“TOPLUMA İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KÜLTÜRÜNÜ YERLEŞTİRMELİYİZ”

IMG_9860

RÖPORTAJ SEDA GÖK

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Gaye Burcu Yıldız,  iş sağlığı ve güvenliği konusunda mevzuatta teknolojik olarak alınması mümkün tüm önlemleri alma’ kavramı bulunduğunu, teknolojik olarak geliştirilmiş ve riski azalttığı ispatlanmış bir sistem varsa işletmelerin bunu kurmakla yükümlü olduğunu ve bu zorunluluğun bütün işyerleri için geçerli olduğunu söylüyor.

Yıldız, “İşverenin iş sağlığı ve güvenliğini sağlamak için gerekli olan her türlü önlemi alma” yükümlülüğünün önceki 1475 sayılı kanunda, 4857 sayılı kanunda ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda da bulunduğunu hatırlattı. Yıldız, “Bu çerçevede, işverenlerin yükümlülükleri, mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dâhil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapar tanımıyla mevzuatta var” dedi.

Yıldız, her bir tedbirin açıkça yazmasına gerek olmadığını, işverenlerin teknolojik bir gelişme varsa bunu uygulamakla yükümlü olduğuna dikkat çekerek,  önlemlere rağmen bu kazaların yaşanmasının nedenini “Bunun en önemli sebebi iş sağlığı ve güvenliği kültürünün yerleşmemiş olması. Bazı işverenler konuya yaşam hakkı çerçevesinden değil de maliyet üzerinden yaklaştığı için gerekli önlemleri almaktan kaçınıyor. Ayrıca işyerlerinin etkin denetiminde yaşanan sıkıntılar da nedenler arasında gösterilebilir” diye anlatıyor.

 

-Türkiye’de iş sağlığı güvenliğinin hukuki altyapısı konusunda nasıl bir tablo ile karşılaşıyoruz?

İş sağlığı ve güvenliği yaşam hakkını koruduğu için önemlidir. Yaşam hakkı insanın hayatını sağlıklı bir şekilde sürdürmesini kapsıyor.  İş hukukunda iş sağlığı ve güvenliği düzenlemeleri çok önemli çünkü insanın yaşam hakkını ve sağlığını koruyor.

İşçi bir işe girdiğinde işyerinin risklerine karşı korumasız kalır. Burada amaç bedensel ve ruhsal sağlığını korumaktır.  Son dönemde mevzuatta eksiklik var mı? sorusu çok tartışıldı. Mevzuatta çok da eksiğimiz yok.

-O zaman neden bu kadar fazla iş kazası olayı ile karşılaşıyoruz?

“ILO sözleşmeleri imzalansın” deniliyor. İmzalansın ama o madenlere ilişkin sözleşme imzalanmamış olsa bile mevcut durumda işverenleri zaten gereken her türlü önlemi almak zorundadır.  Bunlar zorunluluklar yeni de getirilmedi. 1475 sayılı kanun, 4857 sayılı kanun İş Sağlığı Ve Güvenliği Tüzüğü’nde söylenen tek bir şey var.  O da işverenlerin işyerinde gerekli olan her türlü önlemi almak zorunda olduğudur.

Mevzuatta teknik önlemler de yazılıdır. Ayrıca mevzuatımız iyi düzenlenmiştir. Mevzuat “İşverenler o günün mevcut bilim ve teknolojik koşulları gereği alınması gereken her türlü tedbiri almak zorundadır” der. Riski azaltan her ne ise işveren bu önlemi almak zorundadır.

Örneğin; Soma olayında yaşam odaları kavramını çok duyduk.  “Yaşam odaları zorunludur” ibaresi mevzuatta olmasa bile işveren iş sağlığı ve güvenliği açısından riski azaltan, insanların sağlığını koruyacak her türlü önlemi almak zorundadır.

-İşveren bunları bilemeyebilir…

İşveren bütün bu teknik önlemleri bilemeyebilir, o zaman da uzman birinden teknik destek alması gerekir. İkincisi de iş sağlığı ve güvenliği tabii ki bir maliyettir. Ama iş hukuku açısından baktığımızda işverenin mali gücü, iş güvenliği önlemlerini alması açısından bir ölçüt oluşturmaz Daha açık bir ifadeyle iş hukuku açısından işverenin söz konusu iş güvenliği önlemini almak için parası olup olmadığına bakmayız. Çünkü burada insan yaşamını korumak önceliktir. İnsan yaşamı kutsaldır.  Bu temel bir haktır. Bir insanın yaşam hakkını koruyamıyorsak hiçbir şey yapamayız. İş hukuku olaya böyle bakar.

-Ama işveren kar elde etmek istiyor…

İşveren açısından kar elde etmek işin doğasında var.  Bu noktada devlet devreye girmelidir. Türkiye Cumhuriyeti sosyal devlettir. Bu çerçevede işverene özel teşvikler verilebilir. İSG konusunda yatırım yapan bir işverene, o çağın teknolojisini işyerine kurduysa devlet kolaylıklar sağlayabilir.

-Örneğin…

Özel krediler sunabilir. İş güvenliği önlemlerinin iyileştirilmesi için ucuz kredi verip amacı doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını kontrol edebilir. İkincisi belli sürelerde iyi bir işletme uygulaması ortaya çıktıysa bu işyerlerinin sosyal güvenlik primlerinde indirim yapılabilir. Veya vergisel avantajlar sağlanabilir. İhalelerde öncelik veya kolaylıklar sağlanabilir. Bu işi özendirecek bir hale getirebiliriz. Bugün çok özenli işverenlerimiz de var. Onlar yapması gerekeni yapıyor ve onların da hakkını vermek lazım.

Türkiye olarak iş kazalarında dünya genelinde ne yazık ki üst sıralardayız.  Bizim ülkemizde aslında her gün iş kazası oluyor. Hatırlayın;  tekstilde taşlama nedeniyle ortaya çıkan hastalıkları duymuştuk.  İşçinin çalışırken parmağın kesmesi bile iş kazasıdır. Bedensel ve ruhsal bütünlüğe yönelik her türlü zarar iş kazasıdır.

İş sağlığı ve güvenliğinin işverenlerce maliyet unsuru olarak görülmesinin önüne geçilmeli. Bu önlemleri almadığı takdirde ödenecek tazminatlar daha ağırdır ve bu gayri insanı bir durumdur. Devlet burada ciddi denetim yapmak zorundadır.

-Denetimi devlet mi yapmalı? Özerk bir kuruluş yapamaz mı?

Kesinlikle. Bağımsız kuruluşlar dediğimiz şey gerçekten bağımsız olacak mı?  O pazarda müşteri-firma ilişkisi kurduğunuzda denetleyecek kuruluş bir sürü eksik çıkardı, işverenin hoşuna gitmez ise bir daha iş vermez. Aralarında menfaat ilişkisi olmayan bir denetim olmalı. Bu nedenle denetim devlet tarafından yapılmalı.

Bizim denetim ile ilgili Çalışma Bakanlığı’nda ne yazık ki yeterli sayıda müfettişimiz yok.  Onların çalışma koşullarını biliyorum. Çok özverili çalışıyorlar ve aylarca evlerinden uzak kalıyorlar. Her konunun uzmanı olan insan gidip denetimleri yapmak zorundadır. Dolayısıyla denetimleri yapacak kişilerinin sayısını ve niteliğinin çok önemi var. Sayıyı arttırmakta yeterli değildir. Öncelikle nitelikli eleman istihdamına odaklanmalıyız. Sayı da buna göre artırılmalıdır.

Önleme işyerinde başlar. İşveren aslına çok şey yükleniyor. İşyerinde sürekli periyodik kontrollerini yaptırmak zorunda… İSG açısından mevzuatta her türlü düzenleme var. Bunları hayata geçirmek önemlidir.

-Her şey bu kadar kusursuz mu?

İSG Kanun’daki tek eleştirim şu;  işveren iş güvenliği uzmanı olarak ya kendisine bağlı bir çalışan istihdam edecek ya da dışarıdan hizmet alımı yapacak. İşvereninin bu konuda kendi çalışanları arasından görevlendirdiği kişilere mutlak bir iş güvencesi sağlanmalıdır.  Yani işverenin hoşuna gitmeyecek bir şey söylediğinde işten atılmayacak bir güvenceye sahip olmalıdır.. Aksi takdirde kendi işverenine karşı bu işi gereğince yerine getiremez. Getirirse de büyük olasılıkla işsiz kalır.  Bu insanları topun ağzına koymak da doğru değildir.  Bu konuda işyerinden atayacakları kişilerde mutlak iş güvencesi olması gerekiyor.

–Dışarıdan danışmanlık hizmeti alımı ne ölçüde sağlıklı işliyor? Bu konuda danışmanlık yapan kişilerin yeterliliği ne ölçüdedir?

Birincisi özel kurslarda eğitim verecek kişilerin niteliğini belirleyen Bakanlıktır. Ama kursa katılımcı olabilecekler çok genişledi. İş güvenliği uzmanı olarak çalışabilecek kişilere ihtiyaç olduğundan bu yönde bir eğilim oluştu. Bir sorunu doğru metotla çözmek var ya da kâğıt üzerinde çözmüş gibi yapmak var. Bir firmanın iş güvenliği uzmanını çalıştırması Bakanlığın denetim yapmasını engellemiyor.  Bakanlık denetimini üst denetim olarak algılayın.  İşverenin işçiye karşı sorumluluklarını, yerine getirip getirmediğini denetleyen Bakanlıktır.  İş sağlığı ve güvenliği açısından denetim yapan müfettişlerinin 6331 sayılı kanun uyarınca işyerinde faaliyeti kısmen ve tamamen durdurabilmesi hakkı vardır. Müfettişlerin bu yetkileri gerektiğinde kullanmaları önemlidir.

İş müfettişlerinin sayısı müfettişlerin nitelikleri de gözetilerek arttırılmalıdır. Yoksa istediğiniz yasayı çıkarın, her gün yönetmelik çıkaralım, sorunu çözemeyiz. İşverene de özendirici olmak gerekiyor. Çürük elmaları iyi elmaların arasından ayırmanız gerekiyor. İş kazaları sonucunda ölümler yaşamamak için bunu yapmalıyız.

İş kazası dediğiniz şey teknolojik olarak önlenebilecek şeydir. Kaderci bir yapıdan kurtulmamamız gerekiyor. Amaç mağdur yaratmak olmamalı. Bu mesele hepimizin meselesidir.  AB normlarına mevzuat olarak uyumluyuz. Ancak uygulama önemlidir. Öncelikle insanın yaşam hakkı odaklı bakmalıyız.  Perspektifimiz de bu olmalı. Gerekirse durduğumuz ve baktığımız noktayı değiştirmeliyiz.  Maliyet ve zorluk kavramını bir tarafa bırakacağız. Hangi para ve kar oranı insan yaşamından daha değerli olabilir.

-İşçinin eğitimi de çok önemli…

İşveren iş sağlığı ve güvenliği konusunda işçiye eğitim vermek zorundadır. İş ile ilgili riskler konusunda ne tedbir alınmış ve işçi bunlara nasıl uyacak, bunları öğretmek zorundadır. Bazen işçi de alınmış olan iş güvenliği önlemlerine uymuyor. İş güvenliği bilincinin geliştirilmesi gerekiyor. Terletiyor diye baret ve maske takmadıklarını dahi görebiliyoruz. İşçiyi de kendi can güvenliğini korumak için eğitmek zorundasınız.

-İşini kaybetme riski olduğunu da bilmeli…

Evet haklısınız. Kendisini ve iş arkadaşlarını koruma amaçlı iş güvenliği önlmlerini bilmesi ve bunlara uyması gerekiyor.  İş sağlığı ve güvenliği kültürünün topluma aktarılması gerekiyor. Toplum olarak da bazı işleri gözü kapalı yapıyoruz.

Kanunda işçi açısından da yükümlülükler var. İşçi iş güvenliğini kendi isteği veya savsaması nedeniyle tehlikeye düşürürse bu İş Kanunu uyarınca haklı fesih nedenidir. Burada tazminatını bile alamaz. İşveren önlem almış eğitimini vermiş ama işçi alınan önlemlere uymuyorsa, iş güvenliğini tehlikeye düşürüyorsa o zaman işçiyi işten çıkarma hakkına sahiptir.

İşyerinde bir otokontrol sistemini oluşturması gerekiyor. Örneğin baretsiz o işyerine giremeyeceğini işçi bilmek zorundadır.

-Taşeron sistemini yeniden tartışmaya başladık. Bu sistemin Türkiye’de yarattığı sıkıntılar ve önümüzdeki dönemde yaratacağı sıkıntılar neler olacak?

Alt işverenlik üretimin gereği olabilir ama iş hukuku açısından baktığımızda eğer bu uygulama sadece maliyeti düşürmek, daha az iş güvenliğini almak için yapılıyorsa hukuka aykırıdır.

Ne yazık ki iş kazaları, hukuka aykırı alt işveren uygulamansının olduğu yerlerde daha fazla yaşanıyor. Öyle ki bazı yerlerde o kadar çok alt işveren ilişkisi kurulmuş ki işçi işverenin kim olduğunu bilmiyor..  Bunların düzenlenmesi lazım… Alt işveren hangi durumda verilir, bu İş Kanununda çok nettir;  “İşin gereği ve teknolojik nedenlerle”  diyor. Çok parçalı taşeronlaşma yapılmamalıdır.

Soma özelinde baktığımızda  “Burası devlet tarafından işletilmeliydi” denildi. Mülkiyetin devlette olması bir çözüm müdür?

Soma özelinde bu söylendi. Günlük kapasitenin çok üzerinde çalışıldı ve sırf daha fazla kar elde etmek için bu yapıldı, sonuçta bu elim kaza oldu diye basında çok haber gördük. Sanıyorum işletme devlette olsaydı bu kadar yoğun çalışılmazdı ve çalışma saati belli olurdu anlamında bu yorumlar yapıldı.   Kanımca mülkiyetin kimde olduğu değil bakış açısının nasıl olduğu önemlidir. Bakış açısı insan odaklı olduğu sürece sorun olmaz. İş sağlığı güvenliği açısından, mülkiyet ya da işletmenin özel sektöre ya da kamuya ait olmasının, sorumluluk açısından farkı yoktur, her işveren kanun önünde aynı sorumluluklara sahiptir. İş sağlığı ve güvenliğine önleme odaklı bakmalıyız. Tazmin önemlidir ama ölenleri ya da kaybedilen uzvu geriye getirmez.  İş sağlığı ve güvenliği alanında temel ilke şudur: “Önleme işyerinde başlar.”

SG

 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>