İZMİR, SAĞLIK SEKTÖRÜYLE BÜYÜYECEK
Bilindiği gibi 19. yüzyıl sanayi yüzyılı olarak yaşanırken, 20. yüzyıl çevre ve insan odaklı bir yüzyıl olarak gelişti. Özellikle yaşadığımız son dönemde insanoğlu çevre sorunlarına daha duyarlı olurken teknoloji, bilim, yaşam koşulları, mimari, gastronomi, ulaşım herşey sağlıklı çevreye endeksli olarak gelişimini sürdürdü.
Ekonomiler temiz çevrede yaşamak isteyen, sağlığına özen gösteren insanlar etrafında büyüdü. Sağlık ve çevre teması beraberinde birçok sektöründe gelişimine zemin hazırladı.
Bu kapsamda SPA, termal turizm, sağlık turizmi, eko turizm, gurme turizmi aternatif turizm çeşitleri olarak yaşamımıza girdi.
Dünyanın en önemli fuar organizasyonu EXPO2020′ye ev sahipliği yapmak için aday olan İzmir’in de bu doğrultuda ana temasını sağlık olarak belirlemesi son derece doğru bir yaklaşım oldu. İzmir, 8 bin 500 yıla dayanan geçmişinden gelen kültürüyle de bu temayla son derece iyi uyum sağladı.
EXPO nedeniyle gündemimizde daha çok yer alan sağlık turizmi aslında Ege’de yüzyıllardır varolan bir turizm çeşidi. Ege Agamemnon Kaplıcaları, Bergama’daki Asklepios Tapınağı, Allianoi Sağlık Merkezi, bölgenin birçok yerindeki Roma hamamlarıyla yüzyıllar boyunca şifa arayanların, suyun gücüyle rahatlamak isteyenlerin ilk tercih ettiği destinasyonlar arasında yer almış.
Ege Bölgesi’nin sağlıklı beslenme konusunda sunduğu seçenekler de sağlık turizmindeki gelişimi destekleyen önemli bir unsur. Zeytinyağlı, ot ağırlıklı, sebze ve meyva açısından zengin seçenekler sunan Ege mutfağı da sağlık turizminin çok önemli bir parçası. Bunları doğru bir stratejiyle pazarlayabildiğimiz noktada sağlık turizmi daha hızlı yol alacak bölgemizde.
EGE TOPRAKLARI ŞİFA DAĞITIYOR
Anadolu’nun bereketli toprakları yüzyıllardır şifa arayanlara sağlık, ölümcül hastalara umut olmuştur.
Tarihin birçok önemli isminin yolu bu topraklara düşmüş, çoğu da hayran olarak geri dönmüştür. İzmir ve çevresi doğal güzelliklerinin, topraklarında barındırdığı tarihi hazinelerinin dışında sağlık tarihi açısından da önemli yere sahiptir. İlk akla hiç kuşkusuz ki ünü Antik Çağ’a uzanan, bugün de dünyanın dört bir yanından tedavi için gelen hastalara şifa dağıtan Agamemnon Kaplıcaları gelir. Ancak İzmir ve çevresinin sağlık tarihindeki yeri bununla sınırlı değildir. EXPO 2020’nin ana teması olan sağlığı, yüzyıllardır bünyesinde barındıran bölgenin sağlık tarihini geçtiğimiz aylarda EGİAD Yarın’da özel olarak inceledi.
ANTİK ÇAĞIN ŞİFAHANESİ: TAPINAKLAR
Antik Çağ’da tapınaklar, sadece dinin değil, tedavinin de merkeziydi. Gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası olan tapınaklar ve adandıkları tanrılar, şifa dağıtıcı olarak görülürdü. Mısır’da Serapis, Eski Babil’de Ninuzu, Yunan ve Roma dünyasında ise Asklepios en önemli sağlık tanrılarıydı. Modern tedavi tekniklerinden habersiz eski çağ insanları bu merkezlerde uygulanan fiziksel egzersizler, banyo kürleri, kurban sunuları, uyku ve beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi gibi değişik tedavi yöntemleriyle dertlerine çare arıyorlardı.
BERGAMA ASKLEPİON’UNDA ÖLÜM YASAKLIYDI
Bugünkü Bergama kentinin güneybatısında, denizden 108 metre yükseklikte ve rüzgarlardan korunabilir bir yerde, Pergamon’lu Arkhias tarafından M.Ö. 4’üncü yüzyılın ikinci yarısında kurulan Asklepios Kutsal Alanı (Asklepion), ruh hastalıkları başta olmak üzere dünyanın her yanından gelen hastaları iyileştiren bir sağlık merkeziydi. Burada Hadrianus, Antonius ve Caracalla gibi önemli Roma imparatorları da şifa bulmuşlardı.
Tarihçi Pausanias göre, Bergama’nın kuzeyinde yer alan Madra Dağı’nda avlanırken ayağından yaralanan kahraman Archios, sağlığına kavuşmak için önce ülkenin her yerinden binlerce hastanın akın ettiği Epidauros’taki Asklepion’a gider. Buradaki rahipler kendisine ilahi öneriler sunar. Archias da daha sonra Bergama’ya döndüğünde Asklepios kültürünü de beraberinde getirir. Böylece Asklepion kurulur.
Özel ayinler ve temizlik faslından sonra uyumak için yatan hastaya hekimler: “Burada yat! Uyuyuncaya kadar dua et. Tanrı sendeki derdin devasını bildirecektir. Ne görürsen, ne duyarsan bize anlat” derlerdi.
YARALARI İYİLEŞTİREN ŞİFALI SULARIN KAYNAĞI: AGAMEMNON KAPLICALARI
Geçmişi M.Ö.1200 yıllarına dayanan Agamemnon Kaplıcaları, adını Troia kentine saldıran Mykene Kralı Agamemnon’dan alır. Buradaki suyun iyileştirici etkisinin keşfedilmesiyle ilgili iki hikaye vardır. Bir rivayete göre, Kral Agamemnon’un kızının vücudunu yaralar sarar. Hiçbir hekim güzel kızı iyileştiremez. Kral hastalığın kendi ordusuna bulaşmaması için kızını ılıcanın bulunduğu yere zincirle bağlayarak ölüme terk eder. Hasta kız, buradaki kaplıca suyundan içer. Çamurları sürünür ve 21 gün sonra iyileşir. Eskisinden daha güzel, daha sağlıklı ve dinç olur.
Diğerine göre ise, Troia Savaşı’nın ardından Bergama yöresindeki Anadolulu kavimlerle çarpışan Agamemnon, yaralı ve hasta askerlerini bir kahinin önerisi üzerine Smyrna yakınlarındaki ılıcalara getirir, böylece şifa bulmalarını sağlar.
Coğrafyacı Strabon ile hatip Philostratos’un açıkça bahsettiği Agamemnon Kaplıcaları’nda, zamanla dönemlerine uygun hamamlar, kapalı hücreler, mikroptan arınma yapıları ile çamur ve su havuzları yapılır.
Doğu Roma İmparatorluğu döneminde Hıristiyanlığın o döneme özgü yalnız ruha değer veren ve cisme hor bakan görüşünün etkisiyle yıkanma ve vücut temizliği günah sayılır ve her kaplıca gibi Agamemnon Kaplıcaları da ihmal edilir. 1415 yılında Osmanlılar tarafından İzmir’in alınmasıyla Agamemnon Kaplıcaları da onarılıp tekrar şifa kaynağı olur.
Cumhuriyet döneminde ise giderek gelişir. Bölgede bulunan banyo ve havuzlar, İl Özel İdaresi’ne bağlı olarak 1980’li yıllarda yeniden yapılandırılır. Termal tesislerin önce otel bölümü sonra tedavi merkezinin açılmasıyla “Balçova Termal Tesisleri” adını alarak sağlık ve turizmin hizmetine sunulur.
Balçova Termal Tesisleri’nin 62 derecedeki bikarbonatlı, oligomineral içeren suyu, özellikle romatizmal hastaların çok sık görüldüğü İskandinav ülkelerinin sağlık bakanlıkları ve romatizma dernekleri tarafından hastalara önerilir.
ANADOLU’NUN EN ESKİ ZEYTİNYAĞI İŞLİĞİ KLAZOMENAİ’DE
Zeytinyağı tarih boyunca bugün olduğu gibi sağlık iksiri olarak görülür. Klazomenai antik kentinde açığa çıkarılan M.Ö. 6’ıncı yüzyıla ait zeytinyağı üretim işliği, bütün alt yapı elemanları ile birlikte bir fabrika niteliğinde ve Anadolu’daki en eski örnektir. İşliğin üretimi, birinci evrede ancak yakın çevresinin ihtiyacını karşılamaya yöneliktir. Ancak, yüzyılın ikinci yarısında gelişmiş teknolojisiyle yenilenerek, Klazomenai’nin deniz aşırı ülkelere olan ihracatının yoğunlaşmasına olanak sunar. Antik kentin farklı alanlarında yüzyılın ikinci yarısına tarihli başka zeytinyağı işliklerinin açığa çıkarılmış olması, bu tarihte zeytinyağı üretiminde büyük atılım yapıldığının göstergesidir.
Bu işlik yüzyılın ortasında, Perslerin Lydia ve İon kentlerini ele geçirmesi nedeniyle terk edilir, yaklaşık yirmi yıl sonra yeni düzenlemelerle tekrar kullanılır. M.Ö. 500 dolaylarındaki İonia ayaklanması sırasında ise bir daha kullanılmamak üzere terk edilir.
Klazomenai zeytinyağı fabrikasında bu kadar erken dönemlerde karşılaşılan bu gelişmiş sistemin nedeni, İonia’nın akılcı, meraklı ve gözlemci düşünce biçiminin doğurduğu teknolojik gelişimde bulunur. Klazomenai işliğinde ilk defa görülen bu buluşlar, hidrolik ve mekanik alanlarda elde edilmiş bilgilerle bütünleştirilmesinden sonra ulaşılan teknolojik yeniliklerdir ve günümüzde pek çok işlikte hala kullanılmakta olan teknolojinin temelini oluşturur.
ECZACILIK BERGAMALI GALENOS’LA DOĞDU
Nasıl ki Hipokrates tıbbın babasıysa Galenos da eczacılığın babasıdır. MS. 130’da Bergama’da doğan Galenos, Bergama Asklepion’undaki ilk deneyimlerinden sonra İzmir, Epidauros ve İskenderiye’deki tıp okullarında öğrenim görür. 27 yaşında Bergama’ya döndüğünde ise artık ünlü bir hekimdir. Roma İmparatorluk hekimi olarak 4 yıl çalışan Galenos, Roma İmparatoru Marcus Aeurelius’un kendisine armağan ettiği madalyonun üzerinde de yazdığı gibi ‘Hekimlerin İmparatoru’dur. 70 yaşında Bergama’da öldüğünde ardında tıp ve eczacılığa ilişkin çok yeni tedavi yöntemi ve buluş bırakır.
Anatomi ve fizyoloji alanında ünlenen Galenos, kendi buluşu olan ilaç formülleri ile de ününü pekiştirir. Zıddı zıtla ( Contraria Cantratis) ve benzeri benzerle ( Simillia Similibus) tedavi yöntemlerini de bulur. Hipokrat’tan çok etkilenen Galenos, özellikle insan anatomisi üzerine maymun denekler üzerinde yapmış olduğu çalışmalarla ses getirir. Galenos, bitkisel kökenli ilaçları ilk kullananlardan birisidir. Böylelikle “polypharmacie” adı verilen ilaçlar döneminin de başlatıcısı olur. Yazdığı “İlaçların Terkibi” adlı eser ile “Pere de la Pharmacie” yani “eczacılığın babası” olur.
İZMİRLİ SÜLEYMAN FERİT BEY, “ECZACIBAŞI” ÜNVANINA HAYATINI ADADI
Bir zamanlar Galenos’u yakan ve önemli keşiflerde bulunmasını sağlayan eczacılık aşkı yüzyıllar sonra aynı topraklarda doğup büyümüş olan Süleyman Ferit Bey’in de hayatını yönlendirecektir. Yakın tarihte İzmir’in sağlık alanında yetiştirdiği en önemli isimlerden biri olan Süleyman Ferit Bey, İzmir’de ilk Türk eczanesi açan, aynı zamanda Osmanlı’nın en genç eczacı olacaktır.
Türkiye’de hazır ilaç ve kozmetik üretimini başlatan ilk eczacılardan olan Süleyman Ferit (Eczacıbaşı) Bey’in eczacılık mesleğini seçmesinde anneannesinin ağır biçimde hastalanmasının etkilerini kendi ağzından anlattığı bilinir. Doktor ya da eczacı olma düşüncesinin ninesi için yazılan ilaçları eve yetiştirmeye çalıştığı yağmurlu bir akşamda şekillendiğini anlatır.
BABASININ İLK NASİHATİ KILAVUZLUK ETTİ
1909 yılında İzmir’de Giritli Mehmet Esat Bey’in Kemeraltı ve Hüseyin Rıfat Bey’in Şifa eczanelerinden başka Türk eczanesi yoktur. Tilkilik’teki Eczane-i Umumi’yi satın alan Süleyman Ferit Bey’in babasının ilk nasihati; “İzmir’de bizim milletimizden eczane sahibi yok denecek kadar az… Yalnızca para kazanmaya değil, ulusal onurumuza ağır gelen bu boşluğu doldurmaya da çalışmalısın. Bu yönde hizmetin olursa seninle iftihar ederim” olur.
Süleyman Ferit Bey, eczanesini açtıktan kısa bir süre sonra Türkler arasında yok denecek kadar az olan müstahzar (hazır ilaç) yapımına başlar. Bu ilaçlarla tüm Ege’de önemli bir üretim sürecini de başlatmış olur. 1911’de İzmir’deki ilk Türk eczanesi olan Kemeraltı Şifa Eczanesi’ni alır. Arap Fırını Sokağı’nda tuttuğu depoda kolonyacılığa başlayıp ilk ürünlerini geliştirerek hizmetlerine devam eder. Kolonyalarının çoğunun ismini dönemin ünlü şairleri koyar: Unutma Beni, Bahar, Manolya, Beş Çiçek, Yaz Yağmuru, Dalya ve tabi İzmir’in sembolü haline gelen Altın Damlası….
Eczane geceleri açıktır ve yoksul hastalara doktor ve ilaç konusunda yardım edilir. İzmir’de daha bir çok eczane vardı. Ancak hastaya ve halka bu kadar yardımcı olmak isteyen başka bir eczane daha yoktu. Bu yüzden İzmirli ve Egeliler’in Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nı ‘şifa dağıtan insan’ olarak adlandırmaları boşuna değildir.
TÜRK BAYRAKLI KIZ İŞGALDE BİLE YERİNİ KORUDU
İlaçlarında Yunan işgali sırasında bile değiştirmediği Türk bayraklı kız simgesi vardı. 1911 yılından beri ürettiği müstahzaratın çoğu ülkede büyük ün kazanarak aranan markalar olur.
Süleyman Ferit Eczacıbaşı, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında görevlendirildiği askeri hastanelerde kolera ve tifüs salgınlarına karşı yoğun bir mücadele verir ve bu çalışmalarından dolayı Harp Madalyası’na layık görülür. Eczacıbaşı 23 yıl sonra oğlu Nejat’la Almanya’daki Bayer fabrikası gezisini şöyle anlatır:
“Köşede basit ve küçük bir eczane örneği gördük. Bayer fabrikasının bu küçük eczanenin gelişmesinden meydana geldiğini söylediler. Oğlum Nejat’a, İzmir’deki eczanemizin bundan çok daha büyük olduğunu, bu hale göre bir Türk genci olarak kendisinin Bayer fabrikasından daha mükemmel bir fabrika yapması için hiçbir maninin bulunmadığını söyledim.”
İşte oğlu Nejat Eczacıbaşı, babasının çizdiği bu yoldan giderek 1952 yılında ilk modern Türk ilaç fabrikasını faaliyete açar ve sadece Türkiye’nin değil, dünyanın tanıdığı bir marka haline getirir.
İZMİR GELECEĞE YÖN VEREBİLİR
İzmir geçmişten gelen tarihi yapısı, kültürel mirası ve doğal yapısı ile sağlık şehri olmayı hak eden ender şehirlerden birisidir. Yer altı su kaynakları ile birlikte doğal yaşam alanlarını bünyesinde barındıran İzmir geleceğe yön verebilecek potansiyele sahip. Ege ve Akdeniz çanağındaki ulaşım ağına paralel olarak Türkiye’nin batıya açılan kapısı olarak lanse edilmesi bir tesadüften ibaret olmadığı açıkça görülmekte.
İzmir’in atılım yapacak potansiyelinin olması fakat bürokratik ve yerel sorunların bir türlü aşılamaması sonucu yıllardır yerinde saydığı da bir gerçek.
İzmir’in bu nimetten ne kadar yararlandığımız konusu tartışılsa da destekler ile doğal kaynaklardan çok iyi bir şekilde yararlanılacaktır.
SAĞLIK TURİZMİNDEKİ SORUNLAR
İzmir ve çevresinde 35 yıldır Termal Turizm alanı ilan edilmiş fakat planlama problemi çözülmemiş yerler bulunmaktadır. Bu noktalarda planlama çözülüp, bir an önce yatırım aşamasına geçilmeli, İzmir ve hinterlandının bir sağlık destinasyonu olması ve termal turizm alternatifinin pazarlanabilir hale getirilmesi sağlanmalıdır. Sağlık hizmeti almak amacı ile ülkemize gelen turistlerin tüketici ve hasta hakları açısından güvence altına alınması için gereken mevzuat çalışmaları henüz tamamlanmamıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın mevzuatında medikal SPA’lara ve termal tesislerde uluslararası standartların sağlanmasına yönelik yaptırımlara mevzuatta yer verilmemiş olması büyük bir eksikliktir. Standartları belirleyen mevzuatların acilen oluşturulması gerekmektedir.
Termal turizm tesislerinde çalışacak uzman hekim, tıbbi masör, yönetici ve diğer sağlık ekiplerinin eğitimine yönelik akademik eksikliklerde bir başka sorundur. Termal turizm tesislerinde çalışacak uzman hekim, tıbbi masör, yönetici ve diğer sağlık ekiplerinin eğitimini sağlayan hiçbir kurumun olmaması bilimsel anlamda uluslararası standartlarda sağlık hizmeti verilmesine ve sektörün gelişmesine engel teşkil ettiği görülmektedir. Üniversitelerin gerekli birimlerinde termal turizm tesisleri ve merkezlerinde çalışacak kişiler için özel bölümlerin açılması bu soruna çözüm olarak nitelendirilmektedir.
Yine İzmir’e gelen yabancı hastalara “tax free” uygulaması tanıyarak vergi avantajı ile fiyatta rekabet edebilirliğinin artırılması ve uluslararası alanda fiyat avantajının yaratılmasına yardımcı olunması gerektiği sektörün sorunları arasında yer almaktadır..
Sağlık turistlerine tedavi amaçlı ödedikleri faturalarının çıkışta havaalanında ibraz ederek vergi iadesi yapılması, fiyat avantajı yaratılmasına yönelik çalışmaların yapılması sağlık turizminin gelişmesini sağlayacak itici güçlerden biri olarak görülmektedir.
Özel hastanelerin yeni bir bölüm açmak, yeni bir uzman hekim istihdam etmek ve buna paralel yeni yatırım yapmak istemesi durumunda Sağlık Bakanlığı’nın bazı düzenlemeleri ve kısıtlamaları ile karşı karşıya kalınmaktadır. Bu durum, uluslararası standartlara ulaşılmasını ve hastanelerin gelişimini engellemektedir. Bu konu önündeki engellerin kalkması yurtiçi ve yurtdışı sağlık turizmini geliştirecek potansiyele sahip olunacaktır.
Türkiye’de sağlık turizmine yönelik uzmanlaşmış yeterli sayıda seyahat acentası bulunmamaktadır. Sağlık turizmi konusunda seyahat acentalarına yönelik kurslar açılması gerekmektedir.
Tanıtım bütçesinden İzmir’e ayrılan pay yetersiz kalmaktadır. Temsil ve ağırlama faaliyetlerine daha fazla kaynak ayrılması İzmir’deki sağlık turizminin gelişmesine katkı sağlayacağı belirtilmektedir.
İzmir’in sağlık turizmindeki en temel sorunların başında tanıtım sorununun geldiği sektör yetkililerince dile getirilmektedir. İzmir’in dış ülkelerde bilboardlarda aktif olarak tanıtımı yapılması, tanıtımda görsel materyaller etkin olarak kullanılması bu sorunu kısa vadede çözecek gibi görülüyor.
“TÜRKİYE, AVRUPA’NIN VE ORTADOĞU’NUN SAĞLIK MERKEZİ OLACAK”
DEİK Sağlık Turizmi İş Konseyi (SAİK) Başkanı, İzmir Özel Kent Hastanesi Genel Müdürü Dr. Ruşen Yıldırım, geçtiğimiz günlerde yaptığı değerlendirmede ülkemizde son dönemlerde öne çıkan sektörlerin başını sağlık sektörünün çektiğini söyledi.
Gerek kamunun sağlık hizmetlerine yönelik atılımlarının, gerekse özel sektörün son yıllardaki büyük yatırımlarıyla sağlık sektörünün kalite, hizmet ve yaygınlık açısından büyük bir gelişim gösterdiğini belirten SAİK Başkanı Dr. Yıldırım, “Hastanelerin hizmet kalitesi, personelin deneyimi ve son teknoloji cihazlarının kullanımı, Türkiye’nin sağlık turizminde cazibe merkezi haline gelmesinde önemli rol oynuyor” dedi.
Dr. Yıldırım, Türkiye’nin hem Avrupa’nın hem de Orta Doğu’nun sağlık merkezi olacağını, yatırımlar kadar tanıtımın da çok önemli olduğunu vurguladı. Dünyada sağlık harcamalarının ülkelerin ekonomilerinde önemli yer tuttuğunu, yüksek maliyetli sağlık hizmetlerinin, insanları nitelikli ve uygun fiyatlı tıbbi tedavi alabilmek için ülkelerarası seyahate yönettiğini kaydeden Dr. Yıldırım, şunları söyledi:
“Bu ihtiyaç da sağlık turizmini gündeme getiriyor. Sağlık turizmi, dünyada son yıllarda çok ilgi gösterilen, hızla büyük bir sektör haline gelirken, Türkiye de konumu, kaliteli ve uygun fiyatlı hizmet sunumu ile uluslararası arenada ön plana çıkıyor. Türkiye, henüz tıp turizminde uluslararası pazarda ilk akla gelen ülkelerden biri değil ancak en önemli adaylardan birisi konumunda. Geniş sektörel katılımla sektörün yolunu açacak stratejiler oluşturmak üzere 2010’da kurulan SAİK, ülkemizin sağlık turizmi potansiyelini küresel piyasalara tanıtmayı amaçlıyor. Hükümet organları, sivil toplum kuruluşları ve hizmet sunucuları tarafından sahiplenilen sağlık turizmi konusunda önemli çabalar ve girişimler var. Komşu ülkelerden ve Avrupa’nın bazı ülkelerinden sayıları az da olsa bazı medikal işlemler için hastalar ülkemize geliyor.”
Türkiye’nin sağlık turizmi pastasından payına düşeni almadığını ancak daha çok hastanın gelmesi için başlatılan girişimler ve sürdürülen çabalarla bu payın artacağını da ifade eden Yıldırım, “Genelde görme kusurlarını giderici girişim ve operasyonlar, estetik cerrahi uygulamaları ve kanser tedavisi için Türkiye tercih ediliyor. SAİK, ülkelerin mevcut sağlık politikalarını göz önüne alarak belirli bölgelerden Türkiye’deki sağlık kuruluşlarına turist çekebilmeyi öngörüyor. Ülkesinde sigortası olmayan ve/veya sigortalı olsa da düşük fiyatlı tedaviye eğilimli olan hastalar grubu. Bu grupta en önemle örnek ABD’dir. İkinci grubumuz; ülkesinde sigortalı olan ancak sistemin yoğunluğu, kapasite yetersizliği gibi nedenlerle basit işlemler için bile uzun süre beklemek istemeyen hastalar. Bu gruba Hollanda, İngiltere, Danimarka gibi Batı Avrupa ülkelerini örnek verebiliriz. Üçüncü grubumuz ise; yeni bir yöntem ve /veya teknoloji gerektiren tedaviye ülkesinde ulaşamayan, sağlık sistemin gelişmekte olduğu ülkelerdeki hastalar. Bu gruba İran, Irak, Suriye gibi Orta Doğu ülkeleri, Balkan ülkeleri ve Gürcistan, Azerbaycan, Kazakistan, Rusya gibi ülkeleri dahil edebiliriz “ diye konuştu.
“SAĞLIKTA SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK İÇİN REFORMLAR YAPILMALI”
Deloitte’un raporunda kamunun ilaç harcamalarının devamlılığı için fiyat baskılama yönteminin yerine yeni düzenleme alanlarının belirlenmesi gerektiği vurgulanıyor.
Türkiye’de son dönemde gerçekleştirilen sağlık reformu projeleri sonucunda sağlığa erişim ve sunulan sağlık hizmetlerinin kapsamı açısından önemli değişimler yaşandı. Bu durumda bir yandan bu reformların örnek gösterilmesine neden olurken bir yandan da ağlık sisteminde kamu ve özel sektör açısından ekonomik sürdürülebilirlik konusunu gündeme getirdi. Deloitte Türkiye’nin hazırladığı “Sürdürülebilir Kamu İlaç Finansman Modeli için Yol Haritası ve Süreç Yönetimi” başlıklı raporunda yer alan tahminler doğrultusunda 2012 yılı kamu ilaç harcamalarının 14.9 milyar lira düzeyinde olduğu tahmin edildi. Ayrıca büyüme trendi 2013′e ilerletildiğinde ilaç harcamalarının 16.2 milyar liraya ulaşması öngörülüyor. Bu doğrultuda kamu ve özel sektör için sürdürülebilir bir finansman modeli tartışılıyor. Deloitte’un raporu bu konuda da bir kaç öneri içeriyor.
Önerilen yol haritasında, politika etkilerinden bağımsız olarak baz senaryoda finansman ihtiyacının tespit edilmesi, olası politika değişiklikleri ile finansman ihtiyacının tahmin edilerek revize edilmesi, makro ekonomik politikalar çerçevesinde kamunun karşılayabileceği bütçenin belirlenmesi, finansman ihtiyacı ile bütçenin örtüşmesi amacıyla yapısal reformların belirlenerek olası etkisi ile birlikte devreye sokulması, gerçekleşmelerin takip edilerek ihtiyaç duyulması halinde risk yönetimi mekanizmasının devre alınması adımları yer alıyor.
Türkiye sağlık sektörünün tüm paydaşları dahilinde ihtiyaçlarının belirlenmesi ve sürdürülebilirliğin sağlanması amacıyla, bu adımların sektör için daha önce konulan Orta Vadeli Program ile paralel olarak belirli periyotlarda ele alınması süreç yönetimi önerisinde ön plana çıkıyor.
KAMU SEKTÖRÜNÜN DEVAMLILIĞA İHTİYACI VAR
Türkiye’de sağlık reformunun devamlılığınını sağlanması için kaynakların hem günümüzün sağlık hizmet taleplerinin beraberinde getirdiği maliyetleri hem de gelecek nesillerin gereksinimlerini karşılaması gerektiği göz önünde tutularak yeni politikaların belirlenmesi ihtiyacı gündeme geldi. Raporda, verimlilik alanlarının arttırılması, fiyatlandırma politikaları ve finansman kaynaklarının arttırılmasına yönelik olarak arz ve talebi etkileyen reform alanlarında yapılacak faaliyetlerde tüm paydaşlar üzerindeki sürdürülebilirlik etkisinin değerlendirilmesi gerektiği belirtiliyor.
Kamu ilaç harcamalarının 2012 yıl sonu itibariyle 14.9 milyar lira olarak gerçekleşmesi tahmin ediliyor. 2009-2012 yılları arasında gözlemlenen ortalama büyüme trendi, 2013 yılına ilerletildiğinde ilaç harcamalarının 16.2 milyar liralık büyüklüğe ulaşması öngörülüyor. Euro’da kur seviyesinin, sabitlenmiş dönemsel Euro değerinin üst sınırını geçmiş olması ilaçların satış fiyatını etkiledi. Ancak global bütçe aşımının telafi edilmesi için yüzde 15.5′lik artış fiyatlara yansıtılamadı. Bu yüzden de yıllık tahminde bir miktar yükselme olması muhtemeldir.
TÜRKİYE, GELİŞMİŞ ÜLKELERİN SAĞLIK HARCAMALARINA ULAŞACAK
Raporda, yeni bütçe hedefi hesaplamalarında güncel kamu ilaç harcama tahminlerinden yola çıkılmasının ve sosyal güvenlik sistemlerinde, bütçe açıklarını kapalı bir ekosistem içerisinde baskılama yaklaşımı yerine, bu olgunun bütüncül bir yaklaşımla ele alınmasının kritik önem taşıdığı belirtiliyor.
Dünyadaki kamu sağlık harcamalarının düzeyi ve trendi incelendiğinde, 2009 küresel kriz dönemindeki artış dışında durağan bir seyir izlediği dikkat çekiyor. Brezilya, Çin ve Rusya gibi büyüyen ekonomilerde kamu sağlık harcamaları Gayrı Safi Yurt İçi Hasıla’ya (GSYİH) oranla yüzde 2 – 4’lük bir bant arasında yönetiliyor. Türkiye de 2009’a kadar bu trende paralellik gösteriyor. Avrupa’nın önde gelen ekonomileri ve ABD’ye bakıldığında ise, kamu sağlık harcamalarının GSYİH’ya oranla yüzde 6 – 9’luk bir bant içerisinde yönetildiği gözlemleniyor. Uzun vadede, gelişen ülkelerin ve Türkiye’nin, gelişmiş ülkelerin kamu sağlık harcamalarına yakınsama eğilimi göstereceği öngörülüyor.
HEDEF İÇİN YENİ REFORM ALANLARI ÖNERİSİ
Ekonomik büyümeye paralel olarak kamu sağlık harcamalarında artış trendi söz konusu iken, Türkiye’de bu durumun tersine işleyen bir mekanizmanın hedeflenmesi ve sürecin salt fiyat baskılama unsurları ile yönetilmesi sürdürülebilirlik adına kritik bir sorun. Alternatif yöntemlerin geliştirilmesine ihtiyaç duyulmakta.
Deloitte’un raporunda bu doğrultuda, sağlık sisteminde sürdürülebilirlik hedefine ulaşılması için olası reform alanları da belirleniyor. Ticari rekabetin nihai tüketici ve ödeyici yararına yapılandırılması, ilaç fiyatlandırma ve geri ödeme mekanizmalarına dair düzenlemelerin değerlendirilmesi, farklılaştırılmış hasta katkı payı uygulamaları, tamamlayıcı sağlık sigortası, toplum bilinç düzeyinin yükseltilmesi ve sağlık hizmet sunumunda öncü basamakların güçlendirilmesi bu alanlardan bir kaçı. Sağlık sistemi ve finansmanı ekseninde geliştirilecek olası senaryoların ve atılacak adımların, sektörün paydaşları açısından sürdürülebilirlik kriterleri belirlenerek değerlendirilmesi ise önem taşıyor.
Kamu harcamalarının dengelenmesinde, sağlık sistemi çerçevesinde ulaşılmak istenen hedeflerin gözetilmesinin önemi büyük. Politika belirleyicilerin bu uğurda göz önünde bulundurmaları gereken kritik unsurun mevcut kaynak kısıtları ile sağlıkta finansal sürdürülebilirliği hedeflemek olduğunun belirtildiği raporda, bunun yanı sıra ‘kaynakların toplumun tabanına yayılmış bir sağlık hizmet talebini belirli kalite standartları çerçevesinde karşılıyor olması da göz önünde bulundurulmalıdır’ ifadeleri kullanılıyor.
BÜTÇE AŞIMI DURUMUNDA PAYDAŞLARIN ÖDEMESİ SEÇENEĞİ
Araştırmada, geçmiş yıllarda bütçe aşımının telafisi amacıyla getirilen iskonto, fiyat azaltımı gibi geçici politikaların etkilerinden arındırılarak sadece sağlık gereksinimleri dikkate alınarak harcama tahminin oluşturulması gerektiğine dikkat çekiliyor. Baz durum kamu ilaç harcama tahminlerinin; sağlık politikalarındaki değişiklikler, demografik yapıdaki değişiklikler, teknolojik gelişmeler ve önceki yıllardaki harcamalarının gelişimi dikkate alınarak hesaplanması gerektiği belirtilirken “Hesaplanan bu harcama tahminlerinin ne kadarının kamu tarafından karşılanabileceği; sağlık ihtiyacı ve ekonominin genel hedeflerine paralel olarak hizmet sağlayıcıların sürdürülebilirlikleri ve kamu mali disiplini ilkeleri çerçevesinde belirlenmelidir” deniyor.
Bütçe aşımının önlenemeyeceği durumlarda ise aşım miktarının risk olarak tanımlanması ve aşımın kaynağına bağlı olarak riskin paydaşlar arasında paylaşılması bir seçenek olarak öneriliyor. Bu durumda paydaşların aşımın kaynağından kaynaklanan sorumlulukları çerçevesinde belirlenecek miktarın kamuya geri ödenmesi maksadıyla; geçici olarak uygulanacak doğrudan ödeme, ilave iskonto gibi mekanizmalar da öneriler arasında.
SAĞLIKTA TAŞERONLAŞMA UYARISI
Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nin (HASUDER) hazırladığı ‘Türkiye’de Sağlık Politikaları ve İstihdam 2012′ raporu geçtiğimiz aylarda yayımlandı. Türkiye’de yürütülen sağlık politikalarını veriler ışığında eleştiren raporda çok sayıda doktorun belli başlıklarda görüşlerine yer verildi. Özel sektörün hastanecilikte fazlasıyla söz sahibi olmasının sakıncalarına dikkat çeken raporda, döner sermaye uygulamasının da performansa dayalı ek ödemeye dönüşerek doktorların maaşının 1.5 katına ulaştığına yer verildi. 2003 yılından bu yana uygulanan ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın kar odaklı ve Sağlık Bakanlığı’nın ticari söylemli olduğunu iddia eden raporda, sağlık sektörün artan taşeronlaşma, piyasa dinamiklerinin kamu sektörüne sızması olarak değerlendirildi.
HASTANECİLİKTE ÖZEL SEKTÖR SÖZ SAHİBİ OLDU
Yataklı hastanelerin artış çizelgesine bakıldığında Sağlık Bakanlığı’nın ülke genelinde sunulan yataklı tedavi hizmetleri içerisindeki payının giderek azaldığının ifade edildiği raporda
“Özel sektörün giderek artan ağırlığının, kamunun hizmet üretiminden çekilmesi, kamusal sosyal güvenceye sahip bireylerin özel sektör tarafından sunulan hizmetlerden yararlanmasını kolaylaştıran uygulamalar ile özel hastanelerin kamusal sigorta fonları tarafından desteklenmesi gibi uygulamalarla yaygınlaşan neo-liberal ekonomi politikalarının açık bir yansıması biçimindedir. Kamusal sağlık kurumlarının işletmeleştirilmesi, bu kurumların giderek yaygınlaşan taşeron hizmet alımları ile kısmen özelleştirilmesi gibi uygulamalar, özel sektör ağırlığının sağlıkta giderek yaygınlaşacağını açıkça göstermektedir” ifadelerine yer verildi.
SAĞLIK FİNANSMANINDA EN GÜÇLÜ AKTÖR SGK
Raporda, son 10 yıllık dönemde sağlık hizmetlerinin finansmanında harcamalarda aşırı artışa dikkat çekiliyor.
Döner sermaye gelirlerinin 2010 ve 2012 yıllarında Sağlık Bakanlığı bütçesini geçtiğinin vurgulandığı raporda
“2012 yılında 158 milyar TL olan Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) bütçesinin, tahminen 14 milyarı bulacak Sağlık Bakanlığı bütçesinin 10 katı olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda Türkiye’de artık sağlık finansmanında en güçlü aktörün SGK olduğu görülmektedir” bilgileri yeraldı.
SAĞLIK HARCAMALARINDAKİ DEĞİŞİM
Rapordaki yazıda 2003-2009 yılları arasında sağlık harcamalarının gelişim şöyle özetledi:
“- Sağlık harcamaları 2003′te 24 milyar iken 2009′da 66 milyar liraya çıkarak 2.7 kat artmıştır. Bu artış trendi devam ederse 2012 yıl sonunda toplam harcama tahminen 99 milyar lira olarak 4 kat artacaktır. Harcamaların artışındaki temel neden özel sağlık sektörünün giderek gelişmesi ve ilaç – teknoloji – tedavi harcamalarındaki aşırı artışlardır.
- Cepten yapılan harcamalar aynı dönemde 3 milyar liradan 11 milyara çıkarmıştır. 2012 yılı sonunda öngörülen rakam ise 19 milyardır. Bu da son 10 yılda cepten yapılan harcamaların 6 kat artığı anlamına gelecektir.
- SGK’nın özel hastanelere ödediği tutar 0.5 milyar iken 4.7 milyar olmuştur. Bu yıl sonu tahmini 13 milyar lira yani 25 kat artıştır. Eldeki verilere göre en yüksek artış bu grupta olmuştur.
- Sağlık Bakanlığı bütçesinin genel bütçedeki payı yüzde 2.4′ten yüzde 4.1′e çıkmıştır. Özellikle bu bütçe içerisinde koruyucu sağlık hizmetlerine ayrılan tutarın 2.3 milyar liradan 6.6 milyara çıkarak yaklaşık 3 kat artması dikkat çekicidir.”
HEDEF 2 MİLYON HASTA 2 MİLYAR DOLAR GELİR
Sağlık turizminde kendine yer edinmeye çalışan Türkiye, önce mevzuat şimdi de teşviklerle ‘2 milyon hasta, 2 milyar dolar’ hedefine ulaşmaya çalışıyor.
Ege Sağlık Kuruluşları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Opr. Dr. Ruşen Aydın, TİCARET Gazetesi’ne yaptığı açıklamada öncelikli olarak sağlık yatırımlarına destek verilmesi gerektiğini vurguladı. İzmir Sağlık Turizmi Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Bülent Cinel ise teşviklerin sağlık turizminin önünü açacağını belirtti. İki sektör yetkilisi devlet desteklerinin Türkiye’nin tanıtılmasında önemli rol oynayacağı görüşünde hemfikir. Ancak aracı şirketlerin akreditasyonlarının Sağlık Bakanlığı tarafından yapılması ve konseptlerinin belirlenmesi gerektiğini üzerinde duruluyor.
Öte yandan, konu hakkında görüş bildiren İzmir Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz, bu desteğin yapılası turizm sezonunun uzamasını sağlayacağını belirtti. Ediz, “Sağlık hizmetlerini rakiplerimize göre oldukça ucuza sunuyoruz. İlk kez hasta-yol desteği uygulayacağız. Sağlık kuruluşlarımızın yurtdışından getirecekleri yabancı hastaların uçuş giderlerini yüzde 50 oranında ve hasta başına bin dolara kadar desteklenmesi sağlık turizmini hızlandırırken kültür turizmine de katkı sağlayacak” dedi.
ÖZEL SAĞLIK SEKTÖRÜ DESTEK SIKINTISI YAŞIYOR
Firmaların yurtdışı fuarlarına katılım masraflarının yüzde 75’inin devlet tarafından karşılanmasının teşvikler arasında en etkin şekilde kullanılabilecek devlet yardımı olacağını belirten Ege Sağlık Kuruluşları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Opr. Dr. Ruşen Aydın, teşviklerin alt yapı eksikliği nedeniyle yeterli olmayacağını söyledi. Özellikle İzmir’in sağlık turizminde emekleme devrisinde olduğunu belirten Aydın, “İzmir’de sadece yurtdışında fuarlara organizasyonlara katılanlar o teşviklerden faydalanacaklar. Çünkü sağlık turizminin gelişmesi için sağlık yatırımlarının teşvik edilmesi gerekiyor. İzmir ise bu konuda çok gerilerde” dedi.
Türkiye’de özel sağlık sektörünün hükümetler tarafından destek görmediğini dile getiren Aydın, “Denetim ve bürokrasi gibi bir çok engelle karşı karşıya kalıyoruz. Sağlık yatırımıyla ilgili ciddi bir teşvik politikası yok. Yatırımla ilgili teşviklerimiz olmadan sağlık turizmi mümkün değil” diye konuştu. Dubai örneğini veren Aydın, sağlık yatırımcılarına arsa hibe edildiği gibi yatırımlarının da yüzde 70’inin karşılandığını ifade etti. Aydın, sağlık turizmi hedefi koyuluyorsa bu örneğin çok iyi değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı.
EN BÜYÜK RAKİP HİNDİSTAN
Sağlık turizminin organizasyon sıkıntısından dolayı belirli bir alanda yapılması gerektiğine dikkat çeken Aydın, Cumaovası ve çevresinde yapılacak sağlık turizmi bölgesinin yerinde olacağını belirtti. Aydın, İzmir’de yapılan sağlık turizminin planlı olmadığını, hastaların kulaktan dolma bilgilerle tesadüfen gelmesi sonucu ortaya çıktığına değinerek şunları aktardı:
“Dünyada birinci tercih sebebi fiyat. Avrupa’da diş tedavileri, cerrahi müdahaleler, organ nakilleri çok yüksek fiyatlarla yapılıyor. Hindistan birinci rakibimiz. Hintli hekimlerin iyi eğitim görmüş olması ve iyi derecede İngilizce bilmeleri bunda önemli bir etken. Ancak Hindistan hem coğrafi açıdan çok uzak hem de ülke kültürü Avrupalı için tedirgin edici. Türkiye, alternatif olarak sektörde yer alırsa bizi tercih ederler.”
CİNEL: ÜLKEMİZİN TANITIMI ARTACAK
İzmir Sağlık Turizmi Derneği (İZSATU) Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Bülent Cinel ise tebliğin net uygulanabilmesi için Türkiye’nin aracı şirketlerinin çalışma konseptlerinin belirlenmesi gerektiğini aktardı. Bu kurumların akreditasyonlarının bakanlık tarafından yapılması ve kayıt altında tutulmasının bu süreçte yurt dışından getirilen hastalara verilen teşviklerle sağlık turizmini arttıracağını belirtti.
Tebliğde, tanıtım ve reklam alanlarında yapılacak teşviklerin önemli olduğunu söyleyen Cinel, şunları anlattı:
“Sağlık kuruluşları daha önceki düzenlemede reklam konusunda kısıtlanmıştı. Bunların önü açılacak. Aynı zamanda yurtdışında tanıtım ve kongre fiyatları çok yüksek olduğu için bir çok kuruluş bunlara katılamıyordu. Verilecek teşvikler tanıtımı ve yurtdışındaki koordinasyonumuzu daha da arttıracak. Özellikle yurtdışında açılacak ofislerinin kiralarının teşvik alanına girmesi hastanelerimize daha çok yabancı hasta gelmesini sağlayacaktır. Teşvikler öncelikle ülkemizin tanıtımını arttıracak, sonrasında zaten gelen turist sayısı artacaktır.”
Sağlık serbest bölgesinin İzmir’de olmasının teşviklere daha da önem kazandıracağına dikkat çeken Cinel, “Burada mevcut hastanelerin de önünü kapatmamaya dikkat edilmesi lazım. Benim çekincem bölgedeki hastanelerinin sağlık turizminden yararlanmasına engel olabileceği yönünde” dedi.
TÜRKİYE’NİN İLK SAĞLIK KAMPÜSÜ İZMİR’E
İzmir’in sağlık turizmine can suyu olacak, bünyesinde diş hekimlerinden, göz doktorlarına, güzellik merkezlerinden, medikal malzemelere kadar bir çok hizmetin verilmesi planlanan Medikal Kampus yolda. İzmir Ticaret Odası’nın (İZTO) önderliğinde yapılacak projenin EXPO 2020’nin sağlık temasıyla özdeşleşerek kente artı değer katacağı belirtiliyor.
“TÜRKİYE SAĞLIK TURİZMİNDE UYUYAN BİR DEV”
Dünyada sağlık turizmi denildiğinde 100 milyar dolarlık pazardan bahsediyoruz. Bu pazarın önümüzdeki 20 yıl içinde 1 trilyon dolar büyüklüğe ulaşacağı tahmin ediliyor. Türkiye bu pazarda önemli bir avantaja sahip iken Malta, Hindistan ve Tayland gibi ülkelerin gerisinde kalıyor. Türkiye’deki pazarı ‘Uyuyan bir dev’ diye nitelendiren Özel Gazi Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı Op. Dr. Selim Amato, ise bu alanda sağlık ihtisas bölgelerinin oluşturulması gerektiğini söylüyor. Amato, son dönemde konuyla ilgili olarak farkındalık yaratıldığını ancak pazarın gelişim hızının düşük olduğunu belirtti.
KOMŞUDAKİ KRİZ, SAĞLIK TURİZMİ İÇİN UMUT IŞIĞI OLDU
Yunanistan’da yaşayan ekonomik kriz bir çok sektörü olduğu gibi sağlığı da etkiledi. Büyük oranda devletin elinde olan sağlık sektörü, ödeme ve ithalat yapılamaması nedeniyle çökme noktasına geldi. Medikal malzeme sıkıntısı yaşayan ülke, darboğazdan çıkış yolu ararken özellikle adalardaki hastalar ortopedik tedavileri için İzmir’e gelmeye başladı. Bu hareketliliğin İzmir’de sağlık turizminin geliştirilmesi için önemli bir fırsat olduğunu dile getiren sektör temsilcileri, yapılacak sağlık serbest bölgelerinin bu anlamda taşıdığı önemin çok daha net görüldüğüne dikkat çekti.
MEDİKAL MALZEME KITLIĞI İZMİR’E YÖNLENDİRİYOR
Yunanistan’daki kriz nedeniyle adalardaki hastanelerde alçı gibi ortopedik malzemelerin tükenmeye başladığını söyleyen sektör temsilcileri, o nedenle Yunan adalarındakiler İzmir’de çeşitli hastanelerde tedavi olmaya geldiklerini vurguluyorlar. Örneğin, Sakız Adası’ndan bir hasta İzmir’e gelip gün içinde ameliyat olup dönebiliyor. Bu yakınlık İzmir için bir fırsat…
Yunanistan’dan tedavi amaçlı gelen hastaların yakın zamanda çok daha yüksek rakamlara ulaşacağını bildiren sektören temsilcileri, sağlık serbest bölgesi kurulması halinde başlayacak akının muazzam olacağını dile getiriyorlar. Sektör temsilcileri ayrıca hastaların zorunluluktan İzmir’e gelişinin, coğrafi yakınlığı da avantaja çevirerek sürekli hale getirilebileceğini söylüyorlar.
TÜRKİYE’DE SAĞLIK SEKTÖRÜNÜN DURUMU
Raporda sağlık sektöründe 2004 yılından sonra taşeronlaşmanın hızla arttığını vurgulanırken, “2002′de hizmet alımı ile istihdam edilen personelin oranı yüzde 4.3 iken 2010 yılında bu oran yüzde 26.4′e çıkmıştır. Sağlık kuruluşunun içinde gerek sağlık hizmetinin kendisi gerekse destek hizmetlerin anlaşmalı taşeron şirketlere yaptırılmasından başka özel sağlık kuruluşu ile anlaşma yapılarak hastaların bu kuruluşa yönlendirilmesiyle de hizmet satın almak mümkündür. Sağlık Bakanlığı hastanelerinin yüzde 93′ünün en az bir hizmetini kurum dışından karşıladığı görülmektedir. Bakanlık bu yolla yüzde 45-60 oranında maliyet tasarrufu sağladığını söylemektedir” bilgileri aktarıldı. Raporda özel sektörün az sayıda eleman ile çok iş üretme ve böylece iş gücü maliyetini en az düzeyde tutmak üzerine kurulu olduğunu belirtildi.
ÖZEL SAĞLIK SEKTÖRÜ DESTEK SIKINTISI YAŞIYOR
Firmaların yurtdışı fuarlarına katılım masraflarının yüzde 75’inin devlet tarafından karşılanmasının teşvikler arasında en etkin şekilde kullanılabilecek devlet yardımı olacağını belirten Ege Sağlık Kuruluşları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Opr. Dr. Ruşen Aydın, teşviklerin alt yapı eksikliği nedeniyle yeterli olmayacağını söyledi. Özellikle İzmir’in sağlık turizminde emekleme devrisinde olduğunu belirten Aydın, “İzmir’de sadece yurtdışında fuarlara organizasyonlara katılanlar o teşviklerden faydalanacaklar. Çünkü sağlık turizminin gelişmesi için sağlık yatırımlarının teşvik edilmesi gerekiyor. İzmir ise bu konuda çok gerilerde” dedi.
Türkiye’de özel sağlık sektörünün hükümetler tarafından destek görmediğini dile getiren Aydın, “Denetim ve bürokrasi gibi bir çok engelle karşı karşıya kalıyoruz. Sağlık yatırımıyla ilgili ciddi bir teşvik politikası yok. Yatırımla ilgili teşviklerimiz olmadan sağlık turizmi mümkün değil” diye konuştu. Dubai örneğini veren Aydın, sağlık yatırımcılarına arsa hibe edildiği gibi yatırımlarının da yüzde 70’inin karşılandığını ifade etti. Aydın, sağlık turizmi hedefi koyuluyorsa bu örneğin çok iyi değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı.
EN BÜYÜK RAKİP HİNDİSTAN
Sağlık turizminin organizasyon sıkıntısından dolayı belirli bir alanda yapılması gerektiğine dikkat çeken Aydın, Cumaovası ve çevresinde yapılacak sağlık turizmi bölgesinin yerinde olacağını belirtti. Aydın, İzmir’de yapılan sağlık turizminin planlı olmadığını, hastaların kulaktan dolma bilgilerle tesadüfen gelmesi sonucu ortaya çıktığına değinerek şunları aktardı:
“Dünyada birinci tercih sebebi fiyat. Avrupa’da diş tedavileri, cerrahi müdahaleler, organ nakilleri çok yüksek fiyatlarla yapılıyor. Hindistan birinci rakibimiz. Hintli hekimlerin iyi eğitim görmüş olması ve iyi derecede İngilizce bilmeleri bunda önemli bir etken. Ancak Hindistan hem coğrafi açıdan çok uzak hem de ülke kültürü Avrupalı için tedirgin edici. Türkiye, alternatif olarak sektörde yer alırsa bizi tercih ederler.”
CİNEL: ÜLKEMİZİN TANITIMI ARTACAK
İzmir Sağlık Turizmi Derneği (İZSATU) Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Bülent Cinel ise tebliğin net uygulanabilmesi için Türkiye’nin aracı şirketlerinin çalışma konseptlerinin belirlenmesi gerektiğini aktardı. Bu kurumların akreditasyonlarının bakanlık tarafından yapılması ve kayıt altında tutulmasının bu süreçte yurt dışından getirilen hastalara verilen teşviklerle sağlık turizmini arttıracağını belirtti.
Tebliğde, tanıtım ve reklam alanlarında yapılacak teşviklerin önemli olduğunu söyleyen Cinel, şunları anlattı:
“Sağlık kuruluşları daha önceki düzenlemede reklam konusunda kısıtlanmıştı. Bunların önü açılacak. Aynı zamanda yurtdışında tanıtım ve kongre fiyatları çok yüksek olduğu için bir çok kuruluş bunlara katılamıyordu. Verilecek teşvikler tanıtımı ve yurtdışındaki koordinasyonumuzu daha da arttıracak. Özellikle yurtdışında açılacak ofislerinin kiralarının teşvik alanına girmesi hastanelerimize daha çok yabancı hasta gelmesini sağlayacaktır. Teşvikler öncelikle ülkemizin tanıtımını arttıracak, sonrasında zaten gelen turist sayısı artacaktır.”
Sağlık serbest bölgesinin İzmir’de olmasının teşviklere daha da önem kazandıracağına dikkat çeken Cinel, “Burada mevcut hastanelerin de önünü kapatmamaya dikkat edilmesi lazım. Benim çekincem bölgedeki hastanelerinin sağlık turizminden yararlanmasına engel olabileceği yönünde” dedi.
TÜRKİYE’NİN İLK SAĞLIK KAMPÜSÜ İZMİR’E
İzmir’in sağlık turizmine can suyu olacak, bünyesinde diş hekimlerinden, göz doktorlarına, güzellik merkezlerinden, medikal malzemelere kadar bir çok hizmetin verilmesi planlanan Medikal Kampus yolda. İzmir Ticaret Odası’nın (İZTO) önderliğinde yapılacak projenin EXPO 2020’nin sağlık temasıyla özdeşleşerek kente artı değer katacağı belirtiliyor.
“TÜRKİYE SAĞLIK TURİZMİNDE UYUYAN BİR DEV”
Dünyada sağlık turizmi denildiğinde 100 milyar dolarlık pazardan bahsediyoruz. Bu pazarın önümüzdeki 20 yıl içinde 1 trilyon dolar büyüklüğe ulaşacağı tahmin ediliyor. Türkiye bu pazarda önemli bir avantaja sahip iken Malta, Hindistan ve Tayland gibi ülkelerin gerisinde kalıyor. Türkiye’deki pazarı ‘Uyuyan bir dev’ diye nitelendiren Özel Gazi Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı Op. Dr. Selim Amato, ise bu alanda sağlık ihtisas bölgelerinin oluşturulması gerektiğini söylüyor. Amato, son dönemde konuyla ilgili olarak farkındalık yaratıldığını ancak pazarın gelişim hızının düşük olduğunu belirtti.
KOMŞUDAKİ KRİZ, SAĞLIK TURİZMİ İÇİN UMUT IŞIĞI OLDU
Yunanistan’da yaşayan ekonomik kriz bir çok sektörü olduğu gibi sağlığı da etkiledi. Büyük oranda devletin elinde olan sağlık sektörü, ödeme ve ithalat yapılamaması nedeniyle çökme noktasına geldi. Medikal malzeme sıkıntısı yaşayan ülke, darboğazdan çıkış yolu ararken özellikle adalardaki hastalar ortopedik tedavileri için İzmir’e gelmeye başladı. Bu hareketliliğin İzmir’de sağlık turizminin geliştirilmesi için önemli bir fırsat olduğunu dile getiren sektör temsilcileri, yapılacak sağlık serbest bölgelerinin bu anlamda taşıdığı önemin çok daha net görüldüğüne dikkat çekti.
MEDİKAL MALZEME KITLIĞI İZMİR’E YÖNLENDİRİYOR
Yunanistan’daki kriz nedeniyle adalardaki hastanelerde alçı gibi ortopedik malzemelerin tükenmeye başladığını söyleyen sektör temsilcileri, o nedenle Yunan adalarındakiler İzmir’de çeşitli hastanelerde tedavi olmaya geldiklerini vurguluyorlar. Örneğin, Sakız Adası’ndan bir hasta İzmir’e gelip gün içinde ameliyat olup dönebiliyor. Bu yakınlık İzmir için bir fırsat…
Yunanistan’dan tedavi amaçlı gelen hastaların yakın zamanda çok daha yüksek rakamlara ulaşacağını bildiren sektören temsilcileri, sağlık serbest bölgesi kurulması halinde başlayacak akının muazzam olacağını dile getiriyorlar. Sektör temsilcileri ayrıca hastaların zorunluluktan İzmir’e gelişinin, coğrafi yakınlığı da avantaja çevirerek sürekli hale getirilebileceğini söylüyorlar.
AYRI BİR RENK VERİLECEK
SAĞLIKTA BÜYÜME, İLAÇTA TEDİRGİNLİK
Sağlık, Türkiye’de en hızlı gelişme ivmesine sahip sektörlerin başında geliyor. Özellikle son beş yıl içindeki büyüme trendiyle sektör, enerji ve telekomünikasyon ile birlikte en fazla yatırım çeken ilk üç sektörden biri olarak gösteriliyor. Yüksek tıp teknolojisinin yanı sıra coğrafi konumu, insan kaynakları ve bağımsız akreditasyon kuruluşları tarafından denetlenen hastaneleriyle Türkiye, sağlık alanında tüm dünyada dikkat çeken bir gelişme gösteriyor. Kurması ve işletmesi oldukça pahalı olan hastane yatırımlarındaki tecrübesiyle Türkiye, Avrupa’daki birçok ülkeyi geçti. Bununla birlikte tedavi giderlerinin ABD ve Avrupa’nın altında olması Türkiye’yi sağlık çözümlerinin gözde ülkelerinden biri haline getirdi. Dolayısıyla yurtdışı sermaye gruplarının Türkiye’de sağlık yatırımlarına olan ilgisi arttı. Önümüzdeki dönemde ayrıca çevre ülkelerdeki Türk hastane sayısında da artış öngörülüyor. Başka ülkelerden aldığı hasta sayısını her geçen gün artıran ve bu yönde yatırımlarını hızlandıran Türk hastaneleri, bölge ülkelerde kendi hastanelerini açmaya hazırlanıyorlar. Bu kapsamda birçok şirket yatırım projeleri için altyapı çalışmalarına başlamış durumda. Hükümetin sağlık alanında dönüşüm çalışmaları ile yatırımlar doğru yönlendirilirse hedef, Türkiye’nin sağlık merkezi olması.
Türkiye, sağlık turizminde çok ciddi bir potansiyel taşıyor. Bu potansiyel ilaç başta olmak üzere birçok alanında gelişmesini beraberinde getirecek. Ancak ilaç sektöründe faaliyet gösteren firmalar son dönemde yaşanan gelişmelerin pazarın gelişim hızını olumsuz yönde etkilediğini ifade ediyorlar.
GÖZLER ULUSLARARASI İLAÇ SEKTÖRÜNDE
Türkiye ilaç endüstrisinin Ar-Ge ve üretime yönelik yatırımlarının yetersiz olduğunu belirten sektör temsilcileri, bu bakımdan uluslararası ilaç sektörünün yatırımlarının Türkiye’ye çekilmesi gerektiğinde birleşiyorlar.
Başta Ar-Ge ve üretim olmak üzere Türkiye’de ilaç sektörünün kendi kaynaklarıyla yaptığı yatırımların yeterli seviyede olmadığını söyleyen sektör aktörleri, bu bakımdan, uluslararası ilaç sektörünün yatırımlarını Türkiye’ye çekmek gerektiğini vurguluyorlar.
Yenilikçi ilaç ve biyoteknoloji firmalarının tüm dünyada her yıl yaklaşık 120 milyar dolar düzeyinde Ar-Ge yatırımı yaptıklarına, ülkelerin bu yatırımlardan daha fazla pay almak için birbirleriyle yarıştıklarına dikkat çeken sektör temsilcileri, halen yıllık Ar-Ge yatırımı 65 milyon dolar civarında olan Türkiye de bu yarışa katılmak zorunda olduğunu belirtiyorlar.
Gerekli yatırımlar yapılmış olsaydı sektörün küresel rekabet gücü ve ihracat kapasitesi çok daha yüksek olacağının altını çizen sektör temsilcileri, ayrıca şimdikinden çok daha ileri teknoloji seviyesine sahip bir endüstriye sahip olacağımızın mesajını veriyorlar.
İlaç endüstrisi açısından 2011’in, bir önceki yılın sonlarında yapılan fiyat indirimlerinin ve İlaç Harcamaları Bütçesi’ne sınırlama getiren global bütçe uygulamasının olumsuz etkileriyle geçtiğini hatırlatan temsilciler, araştırmacı ilaç firmalarının zor koşullar altında hastalara hizmet kalitesini yüksek tutmak için çalıştıklarını kaydediyorlar.
Bu firmaların, Türkiye ekonomisi ve ilaç sektöründeki tüm paydaşlar için değer yaratmak amacıyla çalışmalarını sürdürdüğünü vurgulayan sektön oyuncuları, ancak var olan olumsuz koşulların, iş ve yatırım planlarını değiştirdiğini ifade ediyorlar.
PAZARIN BÜYÜKLÜĞÜ
2011 yılını üretici fiyatlarıyla yaklaşık 15.2 milyar TL düzeyinde bir Pazar oluştu. Bu açıdan Türkiye, bölgenin en büyük, Avrupa’nın 6’ncı ve dünyanın 14’üncü büyük ilaç sektörüne sahip.
Ancak global bütçe uygulaması nedeni ile her yıl kamuya verilen ilave iskontolar sonucu ilaç şirketlerinin kârlılıklarının günümüzde çok daha fazla azaldığı tahmin ediliyor.
FİYAT İNDİ, YATIRIM DURDU
İlaç sektöründeki en önemli gelişme fiyat indirimlerinin ilaç endüstrisinin yatırım planlarını bozması…
İlaç harcamaları bütçesini yönetmek ve kaynak sıkıntılarını aşmak için hükümetin ilaç fiyatlarını indirmeye odaklanan bir politika benimsedi. Bu yaklaşım ilaç endüstrisinin iş ve yatırım planlarını bozarken, birçok firma yeniden yapılansa süreci yaşadı.
Sektör temsilcileri, söz konusu politikaların artık sadece ilaç endüstrisinin sürdürülebilir büyümesini değil; ilaç ve sağlık hizmetlerinin kalitesinin sürdürülebilir bir şekilde artırılmasını da zorlaştırmaya başladığını aktarıyorlar.
Türkiye’de bu talebi karşılayacak, gerçekçi ilaç bütçelerine ihtiyaç olduğunun altını çizen sektör oyuncuları, yapılması gerekenin, kaynakların en etkin şekilde kullanılmasını sağlayacak yapısal reformları hazırlayarak uzun vadeli olarak uygulamaya koymak olduğunu anlatıyorlar. Ayrıca genel sağlık harcamalarında ilacın payının son yıllarda azalma sürecine girdiğini de hatırlatan sektör oyuncuları, ilaç dışında kalan sağlık hizmeti alanlarındaki olası tasarruf kalemleri de değerlendirilmesini istiyorlar.
KUTU KUTU 1
TÜRKİYE’DE SAĞLIK SEKTÖRÜNÜN GELECEĞİNE YÖNELİK ÖNGÖRÜ…
Sağlık sektöründe 2020 yılına kadar yaşanacak değişim ve dönüşümleri mercek altına alan dünyanın önde gelen araştırma ve danışmanlık kuruluşlarından Frost & Sullivan’ın analizine göre 10 yıl gibi kısa sayılabilecek bir zaman diliminde Türkiye ve dünyada devrim niteliğinde dönüşümler yaşanacak. Araştırma, yapısal dönüşümlerin ana başlıklarını ortaya koyarak sağlık kurumları ile hasta ilişkileri, teşhis ve tedavi yöntemleri, farmakolojik yenilikler, kurumlar arası ilişkiler ve bilgi teknolojilerinin sektöre yansımaları gibi gelişmeleri temel alan 10 büyük trendi gözler önüne seriyor. Frost&Sullivan’ın analizi, teknolojik gelişmeler ve yeni iş modellerinin birden fazla endüstriyel sektörle işbirliği ve uyum içinde gelişme göstereceğini ve sağlık-bakım sektörüne yeni bir boyut kazandıracağını ortaya koyuyor.
Frost & Sullivan Türkiye Sağlık Araştırmaları Analisti Hilal Cura, Türkiye’de ve dünyada önümüzdeki 10 yıl içinde gerçekleşmesini öngördükleri sağlık trendlerinin başında “hasta olmadan sağlıklı kalmak” olacağını vurguluyor. Sağlık alanında yapılacak yatırımların ağırlığının hastalık sonrası tedavi ekseninden hasta olmayı engellemeye doğru kaydığını belirten Cura, 2020 yılının hastalarının sağlıklı yaşama odaklanmış, tam enformasyon ile donatılmış, bilinçli birer tüketici konumunda olacaklarının altını çiziyor. Hasta haklarının bugünün tüketici hakları ile aynı seviyede önemli olacağını söyleyen Cura, hızla gelişen medikal teknolojiler sayesinde birçok alanda hastaneye gitmeye gerek kalmadan evden bakım sağlanabileceğini ifade ediyor. Böylece hastaların tamamen kişiselleştirilmiş ve entegre olmuş önleyici bakım, teşhis ve tedaviye ulaşabileceklerine dikkat çeken Cura, “Analize göre sektörde ilişkiler sisteminin kökten değişeceği, çok daha geniş sektörel katılımın ve işbirliklerinin yaşanacağı yeni bir dönem başlayacak. Böylece sağlıkta kalite ve nitelik çıtası çok daha yüksek bir konuma taşınacak” dedi.
KUTU KUTU KUTU2 —GEREKİRSE KULLANILACAK
SUT fiyatları, özel sektörü zorluyor
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Avrupa’da hekim sayısı nüfusuna göre en az oranda olan üç ülkeden biri Türkiye. Avrupa’da her 100 bin kişiye 340 hekim düşerken Türkiye’de 156 hekim düşüyor. Aynı şekilde Avrupa’da her 100 bin kişiye 700 hemşire düşerken Türkiye’de 160 hemşire düşüyor. Bu nedenle Türkiye’de yabancı hekim ve hemşireler istihdam edilmeye başlandı.
Sektörü zorlayan konuların başında ise mevzuat değişiklikleri geliyor. Sektör temsilcileri, mevzuatın en kısa sürede sektörün daha rahat yatırım yapmasını sağlayacak şekilde düzenlenmesi gerektiğini savunuyor. Bununla birlikte yedi yıldır artmayan Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) fiyatlarının, özel sağlık sektörünün kârlılığını büyük oranda etkilediğine dikkat çekiliyor. Bu durum özel sağlık sektörü yatırımlarını oldukça zorlaştırıyor. Sektör yeni yatırımlara yönelebilmek için SGK’nın SUT fiyatlarını artırmasını bekliyor. Sektör aktörleri, SGK ödemelerinin (SUT fiyatlarının) güncellenmesinin yanı sıra yıllık belli bir artış rakamının belirlenmesi gerektiği üzerinde duruyorlar. Buna ek olarak sektör, mevcut ruhsatlı hastanelerin büyümesine ve branş ilave edilmesine gerekli izinlerin verilmesini bekliyor.
KUTU KUTU KUTU 3
RAKAMLARLA SAĞLIK SEKTÖRÜ
1.500
Adet Türkiye’de hastane sayısı
500
Adet Türkiye’de özel hastane sayısı
124.000 adet
Türkiye’de toplam hekim sayısı
700 bin Türkiye’de sağlık çalışanı sayısı