DB Tarımsal Enerji Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Borovalı, biyogaz konusunda sürecin yavaş ilerlemesinin temel nedenleri arasında mevzuat ile ilgili eksiklikler ve devlet kurumları arasında eşgüdümlü karar alınamaması olduğunu söyledi.
Biyoenerjinin sadece enerji başlığı altında değil, yerli tarım, yem sanayi ve yerli sanayi ile ilgili devlet otoritelerinin ortak alacakları kararlar ile yönetilebileceğini belirten Borovalı, “Biyogaz tesislerinden yan ürün olarak elde edilen gübrenin, tarım alanında değerlendirilememesi uzun zaman sektörün önünü tıkamıştı. Geçmişten bugüne ülkemizde, biyoyakıtlar alanında oldukça yol alındı. Bu gelişmenin sonucu olarak da hem biyodizelde hem biyoethanolde modern ve yüksek kapasiteli tesisler faaliyet gösteriyor. Devlet kurumlarının bu alanda aldıkları kararlar ve zamanında yapılan yasal düzenlemeler, pazarın oluşmasına ve üretimin gerçekleştirilmesine imkan sağladı. Bugün her iki biyoyakıt tipinde de üretim ve tüketim gerçekleşiyor. Üretim kapasiteleri ise özellikle biyodizelde pazarın ihtiyacının neredeyse 3 katına ulaştı. Katı biyokütle alanında da heyecan veren bir gelecek görüyorum. Özellikle yerli kaynaklardan elde edilen katı biyokütle ile üretilen elektrik fiyatına yapılan destekleme, katı biyokütleyi hammadde olarak kullanan elektrik santrallerinin sayısını arttıracaktır. Bu konuda ülkemizin tarımsal artıklarını değerlendirebilecek ciddi bir alan olduğuna inanıyorum. Avrupa’daki biyoenerji sektörüne bakıldığında ise özellikle Almanya ile aramızda pazar büyüklüğü ve üretim kapasiteleri açısından kapatmamız gereken büyük bir mesafe var. Fakat geçmişte birçok kez şahit olduğumuz gibi, ülkemizdeki girişimcilik ruhu ve heyecan, kısa zamanda zor işlerin üstesinden gelinmesini sağlıyor” diyor. Borovalı ile bu alandaki yatırımları, Türkiye pazarındaki gelişmeler, yaşanan sorunlar ve çözüm önerileri üzerine konuştuk.
- Sizi tanıyabilir miyiz?
1970 İzmir doğumluyum. Lise eğitimimi İzmir Atatürk Lisesi’nde tamamladıktan sonra, Boğaziçi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’nü bitirdim. Üniversite eğitimimin ardından İsviçre St.Gallen’de Swiss Milling School’da çok sevdiğim mesleğimde uzmanlaşma fırsatı buldum. Evli ve iki çocuk babasıyım. 2005 yılından beri Slovakya Cumhuriyeti İzmir Fahri Konsolosluğu görevini yürütüyorum. Eşim ise 2011 yılından bu yana Polonya Cumhuriyeti İzmir Fahri Konsolosluğu görevini yürütüyor. Son derece değerli ve saygıdeğer dostluklar kurduğum EGİAD’ın bir dönem yönetim kurulunda görev aldım. Şu anda derneğimizin fahri üyesiyim.
Grubunuzu faaliyetleri ve biyoenerji alanındaki yatırım hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?
25 yıldır otomotiv sektöründe faaliyet gösteriyoruz. Biyoenerji alanındaki çalışmalarımıza ise 2007 yılında biyoyakıt ve tarımsal kaynaklı farmakolojik gliserin üretimi yapan şirketimizde başladık. Aynı zamanda zeytinyağı sektörünün artığı olan pirinayı alıp, işleyen ve nihai ürün olarak koklaştırılmış mangal kömürü elde ettiğimiz bir de üretim tesisimiz var. Merkezleri İzmir Torbalı’da bulunan şirketlerimizin, ithal ikamesi yaratmanın yanı sıra sürdürülebilirlik sağlanması yönünde ortak bir hareket noktası bulunuyor.
Türkiye’nin biyoenerji konusunda dünya ve Avrupa’daki konumunu değerlendirir misiniz?
Türkiye’de biyoenerji konusunun iyi tanımlanması çok önemli, dolayısıyla öncellikle biyoenerji alanında biyogaz, biyoyakıt ( biyodizel, biyoethanol ) , katı biyokütle alanlarından söz etmek gerektiğini düşünüyorum. Biyogaz, organik atıklardan metan gazı elde edilerek yaratılan bir enerji kaynağı ve ülkemizde biraz geç olmakla birlikte gelişmeye başladı. Avrupa’nın çok gerisinde kaldık ama kısa zamanda büyük tesislerin devreye girmesiyle aradaki farkın biraz olsun kapanacağını tahmin ediyorum. Biyogaz konusunda sürecin yavaş ilerlemesinin temel nedenleri arasında mevzuat ile ilgili eksiklikler ve devlet kurumları arasında eşgüdümlü karar alınamaması olduğuna inanıyorum. Biyoenerji konuları sadece enerji başlığı altında değil, yerli tarım, yem sanayi ve yerli sanayi ile ilgili devlet otoritelerinin ortak alacakları kararlar ile yönetilebilir. Biyogaz tesislerinden yan ürün olarak elde edilen gübrenin, tarım alanında değerlendirilememesi uzun zaman sektörün önünü tıkamıştı.
Geçmişten bugüne ülkemizde, biyoyakıtlar alanında oldukça yol alındı. Bu gelişmenin sonucu olarak da hem biyodizelde hem biyoethanolde modern ve yüksek kapasiteli tesisler faaliyet gösteriyor. Devlet kurumlarının bu alanda aldıkları kararlar ve zamanında yapılan yasal düzenlemeler, pazarın oluşmasına ve üretimin gerçekleştirilmesine imkan sağladı. Bugün her iki biyoyakıt tipinde de üretim ve tüketim gerçekleşiyor. Üretim kapasiteleri ise özellikle biyodizelde pazarın ihtiyacının neredeyse 3 katına ulaştı.
Katı biyokütle alanında da heyecan veren bir gelecek görüyorum. Özellikle yerli kaynaklardan elde edilen katı biyokütle ile üretilen elektrik fiyatına yapılan destekleme, katı biyokütleyi hammadde olarak kullanan elektrik santrallerinin sayısını arttıracaktır. Bu konuda ülkemizin tarımsal artıklarını değerlendirebilecek ciddi bir alan olduğuna inanıyorum. Avrupa’daki biyoenerji sektörüne bakıldığında ise özellikle Almanya ile aramızda pazar büyüklüğü ve üretim kapasiteleri açısından kapatmamız gereken büyük bir mesafe var. Fakat geçmişte birçok kez şahit olduğumuz gibi, ülkemizdeki girişimcilik ruhu ve heyecan, kısa zamanda zor işlerin üstesinden gelinmesini sağlıyor.
Dünya pazarındaki mevcut durum ve gelişim trendini anlatır mısınız? Bu alanda örnek olan ülkeler hangileri?
Avrupa Birliği Üye Ülkeleri, her yıl 11 milyon ton üretim ile biyodizel üretimi ve yenilenebilir dizelin taşımacılık sektöründe kullanımında dünya lideri konumda. ABD, Latin Amerika ve Uzak Doğu ülkeleri, özellikle biyoyakıtlar alanında kendi tarım desenlerine uygun hammaddeler ile üretilebilecek seçimler yaptılar ve sektörün önünü açtılar. Bugün ABD, Brezilya, Malezya, Endonezya, biyoyakıtlar alanında ciddi yol aldılar. Avrupa Birliği, biyoyakıtlar ve biyogaz alanında çok ilerledi. İskandinav Ülkeleri, ABD, katı biyokütlenin ısınma ihtiyacını karşılaması ve elektrik üretiminde değerlendirilmesinde büyük pazarlar haline geldiler. Rusya, Ukrayna, özellikle bu alanda hammadde temininde öne çıktı. Biyoenerji sektöründe, enerji ile birlikte tarım-hayvancılık, çevre ve sanayi birlikte ele alınması gereken konulardır. Bir sektörün artık ürünü, diğer sektörün hammaddesi iken; bir sektörün sorunu, diğer sektörün çözümü durumunda. Bu açıdan bakıldığında, tüm dünyada biyoenerjinin hızla yükselmesinin nedeni de sektörün bu özelliğinden kaynaklanıyor. Rusya ve Ukrayna, yağlı tohum tarımını arttırarak, biyoyakıtlara hammadde temin etti, işlenmesi sırasında çıkan kabuk ve tarımsal artık biyokütle enerjisi için kaynak oldu. Diğer taraftan yağı alınmış küspe yem sanayinde ucuz girdi olarak işlem gördü. Dünyada üretilen bir kilogram biyoyakıt, iki kilogram yem üretimine imkan veriyor. Brezilya ve Arjantin, dünyada tarımsal kaynakların ekonomiye kazandırılması konusunda örnek ülkeler haline geldi. Bugün İngiltere, toplanan atık yemeklik yağlardan üretilen biyodizel ile ülkenin motorin ihtiyacının büyük bir bölümünü karşılamaya hazırlanıyor. (“The people turning fatbergs into fuel”,BBC NEWS,erişim:23.08.2017, http://www.bbc.com/news/av/magazine-40417896/the-people-turning-fatbergs-into-fuel.)
Türkiye neden biyoenerji yatırımı yapmak zorunda?
Az önce ifade etmeye çalıştığım ortak faydalar nedeniyle Türkiye, büyük tarım ve üretim potansiyelini değerlendirmek için biyoenerji konusunda ilerlemeli ve akılcı, rasyonel düzenlemeler ile yolu açmaya devam etmeli. Ülkemizde maalesef kronikleşen tarımsal üretim maliyetlerinin yüksekliği sorunu, sürekli tüketicinin sırtına yüklenerek devam ettirilmekte. Ekonomi Bakanlığı, Tarım Bakanlığı ile ortaklaşa gerçekleştirilecek projeler ile tarımsal verimlilik artışının önünü açmak yerine, her yıl politik kaygılar nedeniyle referans fiyat uygulaması adı altında tüketiciye ulaşan fiyatların artışına müsaade ediyor. Halbuki, toprağını işleyen çiftçiye verilecek ürün desteklemeleri ile bu konu ülke lehine çok daha verimli bir şekilde çözülebilir. Türkiye, doğru uygulamaları hayata geçirdiğinde çok hızlı yol alan ve yatırımlarını hemen yapan büyük bir girişimci ruha ve çalışkan bir nüfusa sahip. Biyoenerji alanı verimli ve kalıcı büyüyen ekonomilerin vazgeçilmezleri arasında.
Biyoenerji konusunda devlet yaklaşımını ve politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biyoenerji konusunda devlet politikaları ve yasal düzenlemeler, genelde olumlu ve biyoenerji sektörünü destekleyecek yönde. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de biyoenerji sektörü, vergi muafiyeti uygulamaları ile destekleniyor. Örneğin sıvı biyoyakıtlarda, talep edilen koşulların yerine getirilmesi ile belirli oranlarda ÖTV muafiyeti uygulanıyor. Diğer taraftan motorin ve benzine harmanlamanın zorunlu kılınması da dünyada olduğu gibi ülkemizde de uygulanmaya başlanan teşvikler arasında. Buradaki ana hedef; henüz maliyetleri fosil yakıtlar ile karşılaştırıldığında yüksek kalan biyoenerji kaynaklarının hayata entegrasyonunu hızlandırmak.
Biyoenerji yatırımlarının ülke ekonomisine sağlayacağı katkıyı verilerle anlatır mısınız? Avrupa Birliği çevre yaptırımlarını da göz önünde bulundurduğumuzda bize getireceği artılar nelerdir?
Daha önce de vurguladığım gibi biyoenerji projeleri birbirine entegre katma değer üreten ve kimya teknolojisini kullanan alanlardır. Biyoyakıt üreten tesisler, hammadde olarak kullanılmış yemeklik yağlardan başlayarak, nadasa bırakılmış tarım arazilerinde ekimi yapılan enerji bitkilerini kullanarak günlük hayatımıza entegre edilebilecek şekilde enerji üreten projelerdir. Kimi projeler elektrik enerjisi için, kimi projeler ısınma amaçlı, kimi projeler ise akaryakıt ile harmanlanarak kullanılabilecek kaynaklar üretmektedir. Bu üretimler sırasında ekonomik olarak verimli şekilde değerlendirilmesi gereken yan ürünler ortaya çıkmaktadır. Günümüzde Avrupa Birliği’nde ulaşımda kullanılan akaryakıta %9’a varan oranlarda biyoyakıt harmanlanmaktadır.
Ev ve tarım atıklarının enerjiye dönüşümüne yönelik Türkiye’de nasıl bir gerçeğimiz var?
Biyoenerji başlığı altında konuşurken, evsel ve tarımsal atıklarımızı evsel ve tarımsal artıklarımız olarak ifade etmeyi daha uygun buluyorum. Atık genelde çevreye zararlı ve uygun şekilde bertaraf edilmekten başka değerlendirilme imkanı olmayanı ifade ediyor, halbuki artık ana amaca ulaşıldıktan sonra elde kalan, işe yaramayan bölüm olarak düşünülmelidir. Biyoenerji üretiminde, artıkların değerlendirilmesi, ekonomiye kazandırılması gerçekleşiyor.
Günümüzde bu bakış açısı ile yaklaştığımızda atıkların büyük bir bölümü artığa dönüşüyor ve böylece kullanılabilmesinin önü açılıyor. Otomobil üretiminden, bilgisayar üretimine, birçok dayanıklı tüketim ürünü günümüzde neredeyse ‘ 0 ‘ atık bırakacak şekilde planlanıyor ve üretiliyor. Ülkemizde, evsel ve tarımsal artıkların enerjiye dönüşümünde ilginç bir tablo var. Geleneksel yöntemler ile değerlendirilen tarımsal artıklar, evsel artıklar, yıllardır kendine özgü kanallardan piyasada yolunu bulmuş ve çoğunlukla kayıtlara, istatistiklere girmeden düşük verimli de olsa değerlendiriliyor.
Üzerinde önemle durmamız gereken nokta; artıkların bir sistem içerisinde, en yüksek verimi getirecek şekilde, çevreye ve toplum sağlığına zarar vermeden, modern ve rasyonel metotlarla değerlendirilmesidir. Biyoenerji sektörü bu çözümleri sunuyor, devlet kontrolünde, kayıt altında ve verimli teknolojiler ile elektrik, akaryakıt gibi enerji kaynaklarına dönüşebiliyor. Ülkemizde biyoenerji sektörleri son 10 yıl içerisinde hızla gelişiyor ve bu görevi devralıyor.
Belediyelerin çöp depolama alanları ile ilgili birkaç başarılı örnek dışında henüz yolun başında olduğumuzu söyleyebilirim. Çöplerin ayrıştırılması ve sonrasında biyoenerji kaynağı olarak değerlendirilmesinin, biyoenerji başlığı altında ülkemizin en zayıf olduğu ve en büyük gelişme potansiyelinin bulunduğu alan olduğuna inanıyorum.
Türkiye’de atıktan enerji üretmek konusu oldukça yeni. Yabancı ülkelerde bu iş 30 yıldır yapılıyor. Türkiye’nin de artık bu sektörde hızla ilerlemesi lazım. Ancak olması gereken hızda ilerlemediğine dair yorumlar var. Bu konudaki gelişim hızı sizce ne düzeyde?
Enerji üretimi 3 ana grupta ele alındığında, özellikle katı biyokütle ve biyogaz alanlarında daha hızlı gelişme kat etmemiz gerektiği görünüyor. Bu alanlar, geleneksel yapıdan modern ve rasyonel sistemlere henüz tam geçmedi. Bu alanların zorlu ancak büyük fırsatlar içerdiğine inanıyorum. Ülkemizde doğru yasal düzenleme ve teşvikler oluştuğunda yatırımların çok hızlı yapıldığına ve gelişimin süratle gerçekleştiğine birçok kez şahit olduk. Kendi işimde de benzer durumları izliyorum ve yapısal sorunların ortadan kalkması ile işin bir anda ivme kazandığını görüyorum.
6. Uluslararası %100 Yenilenebilir Enerji Konferansı sonrasında yayınlanan Sonuç Bildirgesi’nde biyoenerji ve yenilenebilir enerji kullanımının artırılması için yerel halkın sürece dahil edilmesi gerekliliğine dikkat çekildiğini görüyoruz. Türkiye’de bu konuda nasıl bir bilinç var? Gelişimi hızlandırmak için yapılması gerekenler nelerdir?
Yenilenebilir enerji kaynaklarının değerlendirilmesindeki en önemli konu yerel olmasıdır. Bölgesel hammadde kullanması ve elde edilen enerjinin bölgesel tüketilmesi ana prensiptir. Fosil yakıtlarda olduğu gibi büyük lojistik altyapı kullanması yerine bölgesel artıklar, bölgesel kaynaklar ve bölgesel ihtiyaçlar üzerine kurulmalıdır. Bu ülkemizde de bu şekilde olmaktadır. Biyoyakıt üretim tesisleri hep hammadde ve tüketim bölgelerinin kesiştiği yerlerde kurulmuştur. Ayrıca bildiğiniz gibi süreç içerisindeki lojistik faaliyetler, karbon ayak izini arttırdığı için biyoenerji temel felsefesi ile çelişmektedir. Yerel halkın sürece dahil edilmesi için sivil toplum örgütleri, yerel yönetimler ve eğitim kurumları ile sağlanacak işbirlikleri, son derece önemli. Ülkemizde bu konuda yüzlerce örnek var. Bir örnek vermek gerekirse, kullanılmış yemeklik yağların toplanması ve biyodizel tesislerinde değerlendirilmesi için ciddi bir toplumsal örgütlenme, farkındalık oluşturma faaliyetleri yürütülmektedir. Her yıl toplanan yağların miktarı artmaktadır. Tarımsal artıkların da aynı şekilde ekim yapanların bilgilendirilmesi ve özendirilmesi sayesinde, değerlendirilmesi giderek yaygınlaşmaktadır. Bugün ülkemizde, şehir çöpleri dışında, hiç değerlendirilmeyen veya terk edilmiş durumda olan bir artık olmadığını düşünüyorum ancak yeterince katma değer üretecek şekilde değerlendirilmeyen çok örnek var. Bizim de şirket olarak destek verdiğimiz ve içinde bulunduğumuz, ciddi eğitimler ve bilinçlendirme faaliyetleri yürüten bir dernek bulunuyor.
Konvansiyonel yakıtların terkedilerek yüzde 100 yenilenebilir enerjiye geçiş uzun bir yolculuktur. Bu yolculukta Türkiye’nin dikkat etmesi gerekenler neler?
Doğrusunu isterseniz, gelecekte konvansiyonel yakıtların veya enerji kaynaklarının terk edilebileceğine inanmıyorum. Ancak kullanılan kaynaklar çeşitlenecek, çevre ve insan sağlığına olan olumsuz etkileri azalacak, verimlilik çok artacak. Bu yolculukta ülkemizin de dünyadaki gibi enerji kaynaklarını verimli kullanmaya, çeşitlendirmeye ve azami oranda yerli kaynakların kullanılmasını teşvik etmeye devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Zaten bildiğiniz gibi son yıllarda yerli ve milli kaynaklar öncellikli olarak desteklenmeye başlandı.
Dünya biyoenerji de hangi konuları konuşuyor ve önümüzdeki günlerde hangi başlıklar ön plana çıkacak?
Dünyada son zamanlarda konuşulan ve hayata geçen konular arasında ilk sırayı ‘ulaşımda sıfır emisyon’ hedefi alıyor. Salt elektrik ile çalışan otomobiller ve otobüsler, yüksek verimli çalışan hibrid teknolojiler ile rekabet halinde. Elektrik depolama teknolojileri hızla hayatımıza entegre olacak gibi görünüyor. Enerji tüketiminde verimlilik için kullanılan ısı izolasyon teknolojileri, asgari kayıp ile iletim hatları araştırma-geliştirme yapılan alanlar arasında öne çıkıyor. Taşıtlarda kullanılan aktarma elemanları ve gövde malzemelerinde iyileştirmeler yapılıyor. Ayrıca lastik teknolojileri ve güneş enerjisinden daha fazla yararlanılması gibi enerji ile kesişen alanlar büyük önem kazanıyor. Özellikle iş makineleri, ağır taşıtlar ve yük taşıma sektörlerinde karbon emisyonlarının azaltılması, daha fazla yenilenebilir kaynak kullanılması, kullanım oranlarının sağlıklı seviyelere çıkarılması gündemde. Yenilenebilir enerji kaynaklarının ve fosil yakıtların elde edilirken, çevre ve insan sağlığına direk ve dolaylı tüm etkileri tartışılıyor ve hesaplanıyor. Tahmin edebileceğiniz gibi bu alanlarda yürütülen lobi faaliyetleri zaman zaman gerçekleri çarpıtıyor ve yeni tartışma alanları açıyor. Unutmayalım, 2015 yılında imzalanan Paris Antlaşması’na temel olan verileri sorgulayan dünya liderleri var.
Önümüzdeki günlerde Türkiye’de hangi bölgelerde bu alanda yeni yatırımlar yapmayı planlanıyorsunuz?
Yeni yatırımlar yapabilmek için önce yapılmış yatırımların ve yeni alanların hedeflediğimiz katma değerleri yaratmasını sağlamamız gerekiyor. Özellikle katı biyokütle alanında ülkemizde büyük fırsatlar görüyorum. Evsel artıklar, modern şehir yaşamı ile birlikte çok artmaya başladı, bu alanda hayal ettiğim bazı projeler var. Biyokütle kaynağı olarak belediyelerin yetki alanında ve kullanabileceği büyük bir kaynak var. Bu tip projeler, bir taraftan büyük bir çevre sorununu ortadan kaldırırken, diğer taraftan zengin bir enerji kaynağı yaratmış oluyor. Böyle bir projenin içinde olabilme fikri dahi heyecan verici.