TOBB Kadın Girişimciler İcra Kurulu Üyesi ve Marketing Türkiye Genel Yayın Yönetmeni Günseli Özen, 2017’nin daha iyi bir yıl olabilmesi için özel sektörün önündeki bürokratik engellerin tamamen kaldırılması gerektiğini söylüyor.
Özen, “2017 yılı iyi bir yıl olabilir ama bu sadece özel sektörün çabasıyla olabilecek bir durum değil. Kanun yapıcının özel sektörün önünü açıyor olması gerekir. İş dünyasını rahatlatacak bütün düzenlemeler yapılmalı. Özellikle son yıllarda kadın girişimciliğine verilen destek tüm iyi niyete rağmen kâğıt üzerinde kalıyor. Kadın işgücü iş dünyasında daha fazla yer almalı. Kadın girişimcilere destek konusunda etkin tedbirler alınmalı. Bir diğer önemli konu daha “Vergi Barışı” yerine mükellefin ödeyebileceği, kaldırabileceği bir mekanizmayı oluşturmak gerekiyor. Yara bandı ile köklü yaraları tedavi edemezsiniz.” diyor.
TİCARET Sohbetlerinin bu haftaki konuğu olan Günseli Özen ile pazarlama dünyasında yaşanan gelişmeler, yapılması gerekenler ve kadının istihdamdaki yeri üzerine sohbet ettik.
-Türkiye pazarının bugün itibariyle durumunu ana hatlarıyla değerlendirir misiniz?
Günümüz dünyasında bir ülke ekonomisinin tek başına iyi olması mümkün değil. Küreselleşmenin bir gereği olarak ekonomiler birbirlerini etkiliyor. Bu nedenle birden çok parametreye bakmak gerekiyor. Ülkede her şey yolunda gitse bile bu küresel parametreler yerel ekonomiyi etkiliyor. Sorunuzun yanıtı olarak öncelikle ekonomik göstergelerin nereye gittiğine bakmalıyız. Bir diğer bakılması gereken konu küresel siyasin yörüngesidir. Bütün bunların sonunda ülkemize bakabiliriz. Öncelikle siyasi istikrarı görmemiz lazım. En yüksek büyüme rakamı bütün bu eğilimlerin bir arada pozitif olduğu dönemlere rastlıyor. Bugün dünyada bir sıkışma var. Ülkemiz siyasi açıdan çalkantılı ve küresel büyüme rakamları sıkıntılı.
Türkiye’nin ekonomik konjonktürüne baktığımızda yüzde 3,9’luk büyüme görünüyor. Pek çok ekonomi durağandayken bu rakam hiç de fena değilmiş gibi gözüküyor. Ancak bizim gibi büyümekte olan ekonomiler için maalesef yeterli değil. Bu rakamdan yola çıkarak ülkenin potansiyelinin tam olarak kullanılmadığı anlamını çıkarabiliriz. Nüfusumuz genç, büyüme potansiyelimiz var ama yeterince değerlendirilmediğini söylemek mümkün. Büyümeye odaklanmalıyız. Diğer yandan dünya pazarlarında da durum iyiye gitmiyor. Ülke ekonomisinin etkilenmesinin nedenlerinden biri de bu. Kaldı ki sınırlarımızda ateşten bir çember var ve içerde de ciddi sıkıntılarımız var. 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında toplum yeniden şekilleniyor. Bütün bu çerçeveden baktığımızda bütün sıkıntıların bir anda bitmesini bekleyemeyiz.
Basına pek çoğu yansıdı ama görünenden daha geniş etkisi oldu ülkede yaşananların. Pek çok uluslararası konferans iptal edilirken yabancı konuşmacılar ülkelerinin kendilerini göndermediği gerekçesiyle gelmekten vazgeçtiler.
Yatırımlarla gelince; “Yatırıma devam edeceğiz” diyenlerle “Bekleyelim görelimciler” var.
Elbette yabancı yatırımcı uzun vadeli hedeflerle geldiyse bir anda vazgeçmez, yatırımı bitirmez. Şu ana kadar görünen o ki yabancı yatırımcı uzun vadeli hedeflerle yol alıyor. Her ne kadar temkinli olsalar da yatırımlarına devam ediyor. Söylemlerinde de ani bir kararla Türkiye’den vazgeçmeyeceklerini belirtiyorlar.
-Moodys’in geçtiğimiz hafta açıkladığı karar sonrasında da aynı iyimser hava sizce devam eder mi?
Kişisel fikrimi soracak olursanız; tabii ki insanlar etkileniyor. Ama şu anda öyle çok bilinmezli bir denklem içindeyiz ki, biz bile ne olduğunu tam olarak anlamıyoruz. Her yerden farklı bilgiler geliyor. Gelen haberler tuhaf. Bu ülkenin bir vatandaşı olarak duyumlardan enteresan bir senaryonun içinde olduğumuz görülüyor. Moody’s’in kararı belli ölçülerde yabancı yatırımcıyı etkileyecektir ama boyutlarını zaman içinde görebileceğiz. Etkisini birden görmek mümkün olmayabilir. İş dünyasına baktığımızda, “İşler iyi gidiyor” mesajı verilerek iyimser bir hava yaratılıyor. Umarım söylenenler sonuçları etkiler.
Pazarlama dünyası özelinde baktığımızda Ağustos sonuna kadar her şey durdu. Türkiye reklam yatırımlarındaki en büyük pay televizyonundur. Televizyon mecrasında pazarlama iletişimi yatırımı %50 düştü. Basılı mecralarda durum ise içler acısı. Reklamveren daha ucuz olduğu için dijital mecrayı kullanıyor. Böyle bakınca medyanın yaşam kaynağı olan reklamlar kesilince mecralar sıkıntıya girdi. Piyasa durdu, vadeler uzadı. Bu süreci hangi medya kuruluşu kaldırabilir ki?
Öz sermaye konusunda sıkıntılı, kar marjları düşük şirketlerin ülkesiyiz.
Reklam-pazarlama bir sonuçtur; bu alan durduysa o sektöre reklam veren sektörlerin kaygılı olduğunu gösterir. Kaldı ki sponsorluklar, büyük etkinlikler ya iptal edildi ya ötelendi. Bütün bunlara rağmen sektör kötü gidiyor demeyi kişisel olarak doğru bulmuyorum.
3 aylık kaybın faturası ne olacak ve geleceğe yansıması ne olur?
En büyük darbeyi turizm sektörü aldı. İstanbul’da bu alana yatırım yapan iş adamlarıyla konuştuğumda iş otellerinin doluluk oranlarının çok düşük olduğunu söylüyorlar. Bu durumdan en çok etkilenen Antalya’da birçok otel satılı levhasını asmış.
Pazarda bir kıpırdanma bekliyor musunuz?
Eylül ayında bir nebze kıpırdanma olduysa da beklenen kadar değil. Biz yaşayan, büyüyen ve beklentileri olan bir ekonomiyiz. Bu nedenle birkaç damla can suyu bize yetmez. Sürdürülebilir bir büyüme ve istikrara ihtiyacımız var.
Bu süreçte firmalara önerileriniz nedir?
İnsanların iş yapma motivasyonları çok düştü. Önce heyecan yaratmamız gerekiyor. İş yapma heyecanını tekrar yaratmalıyız. Ama şu anda önceliklerimiz çok farklı.
İkincisi yeni nesil işlere odaklanmalıyız. Yapageldiğimiz işleri geleneksel yöntemlerle aynı şekilde yapamayız. Nasıl farklılaşabiliriz konusuna odaklanmalı teknolojiyi daha çok kullanmalıyız. Yeni dönemde İş yapış biçimimizi değiştirmemiz gerekiyor.
Üçüncüsü bazı illerimizde olgunlaşmış sektörler var. Bu kümelenmeleri güçlendirmemiz gerekiyor. Bu kümelenmeler ile dünya pazarlarındaki rakiplerle mücadele edebiliriz.
Ankara üreten kümeler konusunda güçlü. Ama diğer illerimizde bu ne ölçüde uygulanabiliyor?
Eskişehir, Bursa ve Konya’da bu konuda bir çalışma var. PCW yaptığı bir araştırma 2030 yılında dünya nüfusunun yarısının büyük şehirlerde yaşayacağını ortaya koyuyor. Ulus devletlerin değil Megakentlerin oluşturduğu şehir devletlerin rekabetinden söz edeceğiz. BU şu demek; Türkiye Almanya ile sanayi alanında rekabet edemeyebilir ancak ekosistemiyle sektörel gelişmesini tamamlamış iller Almanya’daki benzer şehirlerle rekabet edebilir. Önümüzdeki dönemde ülkelerin rekabeti yerini şehir bazlı rekabete bırakacak. Ankara gibi 6 sektörde kümelenmiş bir şehrin rekabette şansı oldukça fazla. Diğer 80 il bu 6 kümede Ankara’ya destek verebilir.
Dördüncüsü tabii ki ihracat çok önemli. İhracata odaklanmamız gerekiyor. Artık fasoncu yaklaşımda sıyrılmalıyız. Ayrıca Türkiye markalaşmanın önemini kavradı. Bu konuda yapılan çalışmaların arttığını görüyoruz. Firmalarımız markalaşmaya ağırlık vermeli.
Ar-Ge ve inovasyon konusunda ne noktadayız?
İki ölümcül tuzaktan biri rahatlık tuzağıdır ve “nasılsa satabiliyoruz” mantığına hizmet eder. Bizde bu yaklaşım hâkim bu nedenle Ar-Ge’ye bütçe ayırmıyor, ayırdığımız bütçeden de kısa dönemde geri dönüş bekliyoruz. Ar-GE, Ür-Ge bir iş yapış kültürüdür. Bu nedenle iş yapış biçimimizi değiştirmeliyiz.
Yaygın kanaat girişimci bir toplum olduğumuzu söylerlerse de biz aslında girişken bir milletiz. Bu bağlamda kurumsallaşma işletmelerimiz için önemli alanlardan bir tanesi. Bu da beşinci başlığımız. Kurumsallaşma olmadığı takdirde performans, verimlilik, tasarruf ve kar marjı düşer. Bu da bir başka ölümcül sarmal demektir. Genellikle düşük kar marjlarıyla çalışan iş dünyamız günü kurtarmaya çalışıyor. Bizim önce kurumsallaşma gibi bir ev ödevini yapıyor olmamız gerekiyor.
2017 yılı kıpırdanma dönemi olabilir mi?
İyi olmayı çok istiyoruz. İflah olmayan bir iyimserliğimiz var. Bu karakteristik yapımız. Bu yaklaşımla ben de 2017 yılı iyi bir yıl olabilir diyorum. Ama yetmeyeceğini topyekûn bir çabanın gerekli olduğunu düşünüyorum. MÜSİAD Ankara’nın Hacettepe Teknopark’ın akademik danışmalığını yaptırdığı, ATO ve ASO’nun desteklediği araştırmaya göre; bürokrasi azalacağına artmış. Ayrıca araştırmada, “Bürokrasi, SGK ve Maliye; özel sektöre hısım gibi değil hasım gibi bakıyor” değerlendirmeleri var. İhracatta rekabet avantajı için üreten sektörlerin önü açılmalı. Aynı araştırmaya göre Türk sanayicinin ürettiği ürünlere hak ettiği değerin verilmediğinin altı da çizilmiş. Türk firmaları Uzakdoğu’da 250 milyon dolarlık bir raylı sistem ihalesini alabiliyorken, Türkiye’deki benzer bir ihale yabacılara verilmiş. Güney Kore ile karşılaştırılıyoruz. Aynı zamanda başlamışız ama bizim GSYH’mızın 3 katına sahipler. Güney Kore’de devletinin büyüme odaklı rekabet avantajı yaratan yaklaşımı özel sektörün önünü açmış. Başarı birlikte çalışmayla gelmiş.