SEDA GÖK-KKTC
Bu yıl 3.’sü düzenlenen Hematolojik Onkoloji Kongresi, 21-25 Eylül tarihleri arasında K.K.T.C.’de yapıldı. 15 Eylül’ün ‘Dünya Lenfoma Bilinçlendirme’, 22 Eylül’ün de ‘Kronik Miyelositer Lösemi (KML) Dünya Farkındalık’ günleri olması nedeniyle; Kongre Bilimsel Programı’nda, nispeten sık görülen bu iki kanla ilgili hematolojik kanser türüne ayrıca dikkat çekildi.
Türkiye genelinden yaklaşık 450 bilim insanının katılımı ile gerçekleşen kongrede ayrıca Hematoloji Üniversitesi kapsamında lösemiye dönüşme ihtimali olan kemik iliği bozukluklarını ele alan Miyeloproliferatif Hastalıklar Fakültesi, ana sempozyum içerisinde de “Hayata Tutunma Öyküleri” Yarışma Oturumu ve Ödül Töreni yapıldı.
Kongreye yönelik düzenlenen basın toplantısında; Hematolojik Onkoloji Derneği (HOD) Başkanı Prof. Dr. Seçkin Çağırgan, Dünya Aferez Birliği Başkanı ve HOD Kurucu Başkanı Prof. Dr. Fevzi Altuntaş, HOD II. Başkanı Prof. Dr. Sevgi Kalayoğlu Beşışık, HOD Araştırma Sekreteri Doç. Dr. Anıl Tombak ve Doç. Dr. Ali İrfan Emre Tekgündüz söz aldılar.
“KOBAY ANLAYIŞI DEĞİŞMELİ”
Basın toplantısında konuşan Hematolojik Onkoloji Derneği Kurucu Başkanı ve Dünya Aferez Birliği Başkanı Prof. Dr. Fevzi Altuntaş, “Çağın hastalığı olarak nitelendirilen kanser, tüm dünyada kalp-damar hastalıklarından sonra 2. ölüm nedeni. Ancak, son 10 yılda kanser gelişim süreci hakkında müthiş bir bilgi birikimine sahip olmayı başardık. Hematolojik kanserlerin yönetimi konusunda kesinlikle gelişmiş dünya ülkelerini yakaladık ve gelecek planlarımızda Türk Hematoloji bilimini bir üst basamağa taşımak ve innovatif yapıya kavuşturmak en önemli hedefimiz” dedi.
Gerek hematolojik kanserlerin tanısı gerekse de tedavisi için ülke olarak her türlü teknik ve donanıma sahip olduğumuza dikkat çeken Prof. Dr. Altuntaş şöyle devam etti:
“Türk bilim insanları olarak bazı klinik çalışmaları artık tüm ülke çapında yürütme olanağına sahibiz. Klinik çalışmalar artık ülke genelinde etkin, verimli, yaygın, sürdürülebilir ve Avrupa Birliği kalite ölçütlerinde yapılır hale gelmiştir. Ancak Faz I ve II çalışmalarının yapılabildiği daha fazla merkezlere ihtiyaç olduğu da açıktır. Bu bağlamda klinik araştırma kültürü geliştirilmeli ve desteklenmelidir. Toplumdaki “Kobay” anlayışı değişmelidir. Kanser alanında son yıllardaki baş döndürücü gelişmeler bu klinik çalışmalar sayesinde olmaktadır. Bugün kanser tedavi edilebilir bir hastalık ise bu klinik çalışmalar sayesindedir. Bu nedenle ülkemizde klinik çalışmaların daha çok yapılabilmesi için başta hasta, hekim, sağlık otoritesine görev düştüğü gibi toplum ve basına da önemli görevler düşmektedir.”
İLAÇ İHRAÇ EDEN ÜLKE KONUMUNA GELEBİLİRİZ
Türkiye, ilaç araştırmaları ve AR-GE faaliyetleri sayesinde ilaç ithal eden değil, ilaç ihraç eden ülke konumuna gelebilir. Ar-GE konusuna değinen Prof. Dr. Altuntaş, klinik çalışmalarının özendirilmesi gerektiğini belirterek, şunları söyledi:
“Ülkemizde öncelikle klinik araştırma kültürü oluşturulması ve genele yaygınlaşması ihtiyacımız bulunuyor. Bundan bir sonraki basamak olan ilaç geliştirme başta olmak üzere AR-GE faaliyetlerini ülke olarak iyi ve doğru koordine edebilirsek; belki de kanser alanında yeni molekül veya moleküllerin keşfini yapanlar Türk bilim insanları olacak. Böylelikle ülke olarak önümüz açılacak ve ilaç ithal eden değil ilaç ihraç eden ülke konumuna gelmemiz mümkün olabilecek. Yüksek teknoloji üreten bir Türkiye hayal değil.”
YENİ NESİL İLAÇLARIN ETKİNLİĞİ ARTIYOR
Hedefe yönelik yeni nesil ilaçlarla yan etkiler azalırken, etkinliği bir o kadar artıyor. Daha sık görünen ikinci hematolojik kanser türü olan lenf bezi kanseri Lenfoma’nın günümüz koşullarında tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu belirten Hematolojik Onkoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Seçkin Çağırgan, “Altını çizerek söylemek istiyorum: Lenfoma tedavi edilebilir bir hastalıktır. Son gelişmeler ışığında bazı lenfoma tiplerinde yeni bir döneme girmek üzereyiz. Bazı lenfoma hastalarını artık ağızdan alınan haplarla yüksek başarı oranları ile tedavi etmekteyiz. Hedefe yönelik ilaçlar veya akıllı moleküller’ dediğimiz yeni nesil ilaçlarla yan etkiler azalırken, etkinliği bir o kadar artıyor. Örneğin; Hodgkin lenfomalı hastalarda yeni bir ilaç Nivolumab ile çok iyi ön sonuçlar elde edildi. Nivolumab hem yanıt oranlarını artırmakta hem de kök hücre nakli yapılabilen hasta sayısını artırmaktadır. Önümüzdeki süreçte uzun dönem sonuçlar açıklandıkça daha net konuşabileceğiz. Gelecek için ümit vaat eden bir gelişme. Önümüzdeki süreçlerde hedefe yönelik akıllı ilaçların klinik kullanıma girmesi ile lenfoma tedavisinde başarı oranlarımız daha da artacaktır” diye konuştu.
İmmünoterapi sayesinde kanser hastalığı da şeker ve hipertansiyon gibi kronik ve tedavi edilebilir bir hastalık olacağını belirten Prof. Dr. Çağırgan, “Günümüzde büyük ilerleme kaydeden hedefe yönelik tedavi immünoterapi sayesinde kanser hastalığının şeker veya hipertansiyon gibi kronik tedavi edilebilir bir hastalık haline dönüştürmesi çok yakın bir gelecekte mümkün olacak. İmmünoterapi hastalara, hasta yakınlarına ve biz hekimlere umut olmaya devam ediyor. Özellikle myeloma, lenfoma ve lösemilerde umut vaat eden sonuçlar alınmakta. Ancak, maliyet önemli bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Ülke sağlık sistemleri göreceli olarak gözlenme sıklığı yüksek olan hematolojik kanserlerin tedavisinde bu ajanların rutin kullanımının yükünü hissedeceklerdir. Yüksek gelirli ülkeler ilaç maliyetinde indirim için pazarlık etme yolları ararlarken, bizim gibi orta gelirli ülkeler maliyeti yüksek bulacaklardır. Ama inanıyorum ki sağlık sistemimiz bu sorunu aşmanın yolunu mutlaka bulacaktır” dedi.
ORANSAL VERİLER UMUT VADEDİYOR
Multiple Myeloma’da yeni standart tedavi, ölüm riskini yüzde 61 oranında azalttığını belirten Hematolojik Onkoloji Derneği II. Başkanı Prof. Dr. Sevgi Kalayoğlu Beşışık, “Bir çeşit kan kanseri tipi olan multiple myeloma tedavisinde son 10 yılda önemli gelişmeler oldu. Tümörün üzerindeki molekülü tanıyan bir ilaç olan Daratumumab‘ın kullanıldığı çalışma sonuçlarına göre tedaviye yanıt oranlarının iki kat arttığı bildirilmiştir. İlacın hastalığın ilerlemesini ve hastalığa bağlı ölüm riskini yüzde 61 oranında azalttığı yayınlanmıştır. Ayrıca bir diğer önemli gelişme ise kök hücre nakli sonrası hastalık yönünde tedavinin sürdürülmesi ve bu amaca yönelik verilen lenalidomid idame tedavisi ile sağ kalımı uzatması olmuştur. Nitekim ortanca 80 ay süreli izlem sürecinde ölüm riskinde yüzde 26 azalma ve ortanca tahmini sağkalımda 2.5 yıl artış gözlenmiştir. Ancak kendi kök hücreleri ile yapılan nakil tipi otolog kök hücre naklinin halen myeloma tedavisinde mutlaka yer alması gereken bir tedavi olarak kaldığı belirlenmiştir” diye konuştu.
YAŞAM ŞEKLİ VURGUSU…
HOD Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Anıl Tombak da, “Kanser tedavisinin çok yönlü bir tedavi olduğuna ve sadece hekimin gayretinin yeterli olmadığına dikkat çekerek, “Tedavide hastanın moralinin yüksek seviyede olması çok önemli. Hasta ve hasta yakınlarının moralini yüksek tutmak amacıyla yeterli psikolojik destek sağlanmalıdır. Psikolojik destek alan hastalar daha umutlu yaşadıkları ve hayata daha olumlu baktıkları için tedaviye uyumları artmakta, bu da hastalığın tedavisinde başarı şansını yükseltmektedir” dedi. Doç. Dr. Tombak, yaşam şekli değişikliğinin de tedaviye olumlu katkı sağlayan bir unsur olduğunu belirtti ve “Sigaradan uzak durulması, hareketli bir yaşam, obeziteden kaçınmak ve dengeli beslenme en önemli yardımcı unsurlardır” dedi.
KUTU KUTU KUTU KUTU
KÖK HÜCRE NAKLİ SAYISINDA HIZLI ARTIŞ
Ülkemizde son 15 yılda kök hücre nakli sayısı Avrupa’ya göre 10 kattan fazla arttı. Toplantıda, ülkemizin Ulusal Kemik İliği Bankası TÜRKÖK’ün kurulmasının kök hücre naklinde yarattığı büyük etkiye dikkat çeken Doç. Dr. Ali İrfan Emre Tekgündüz, “2015 yılında 24’ü pediatrik ve 53’ü erişkin olmak üzere toplam 77 merkezde 3.593 kök hücre nakli gerçekleştirildi. Son 15 yılda Avrupa’daki nakil sayısı yüzde 80 artarken, ülkemizdeki artış yüzde 860 ile 10 kattan fazla oldu. TÜRKÖK Projesi öncesinde ülkemizin 2 merkezine kayıtlı kök hücre vericisi havuzu 20.000’di ve 2015 yılında bu merkezlerden Türk hastalara gerçekleşen nakil sayısı 6’ydı. Nisan 2015’te TÜRKÖK kuruldu. Temmuz 2016 sonu itibariyle 16 ayda donör havuzu 127’bine ulaştı. Bu sürede TÜRKÖK havuzundan Türk hastalara 127 nakil yapıldı”.
DÜNYA KEMİK İLİĞİ BANKASI’NA ÜYE OLDUK
TÜRKÖK’ün Nisan 2016’da Dünya Kemik İliği Bankası Üyesi olduğunu belirten Doç. Dr. Tekgündüz, şunları söyledi:
“Bu süre içinde yurtdışından hastalar için TÜRKÖK’ten 24 aday saptandı. Hatta 4 Ağustos 2016’da bir TÜRKÖK vericisinden ilk yurtdışı nakil Hintli bir hastaya gerçekleştirildi. TÜRKÖK’te, taramadan nakile geçen süre 100 gün iken, yurtdışı bankalarında bu süre 200 gün yani 2 katı. TÜRKÖK bekleme süresini yüzde 50 azalttı. Ayrıca yurtdışı kemik iliği bankalarından yararlanmanın maliyeti 35 bin Euro iken, TÜRKÖK bu maliyeti 7 kat azaltarak 5 bine düşürdü.”