DÜNYA BÜYÜK DEĞİŞİME HAZIRLANIYOR

Ülkelerin yüzde 80’den fazla fosil yakıt kullandığı bir dünyada Paris İklim Anlaşması ile büyük değişim bekleniyor. Başta kömür olmak üzere petrol ve doğal gazdan vazgeçilmesi anlamını taşıyan anlaşmayla, temiz enerji kullanımına geçilmesi hedefleniyor.

Paris İklim Anlaşması gerçek anlamda tarihi ve çığır açıcı bir anlaşma özelliği taşıyor. Gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş 195 ülkenin tümünün BM çatısı altında, her birine değişik ölçüde maliyet getiren ve bağlayıcı nitelikteki böyle bir anlaşma üzerinde uzlaşmış olması tarihinde görülmemiş eşsiz bir olay olarak ifade ediliyor.

Geçtiğimiz yıl sonunda gerçekleştirilen Paris İklim Zirvesi’ni yakından izleyen uzmanların görüşüne göre, dünyanın mevcut ekonomik yapısı, üretim ve tüketim süreçleri artık şimdiye kadar kabul edilen kalıplarla devam etmeyeceği yönünde oldu. Dünya ekonomisinde, siyasette, uluslararası ilişkilerde, işletmelerin ve yatırımcıların gelecek planlarında radikal dönüşümlerin yaşanacağına kesin gözüyle bakılıyor.

Şimdiye kadar iklim değişikliği müzakerelerinde sürekli kritik eşik olarak yerkürenin ısınmasını iki derece seviyelerinde tutmak konuşuluyordu.

Paris Anlaşması, bunun da ötesine giderek, sanayi devriminden bugüne dünyanın ısınmasını 1.5 dereceye getirmeyi hedefledi. Bu anlamda, 1.5 derece seviyesinde tutulması hedefi özellikle iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden yok olma tehlikesi yaşayan küçük ada ülkeleri ve en az gelişmiş ülkelerin ısrarı sonucu ilk defa resmi olarak bir uluslararası anlaşmaya dahil olması açısıdan önem taşıyor.

 

DÜNYA FOSİL YAKITTAN VAZ MI GEÇİYOR?

Böyle azimli bir hedefin anlamı, ülkelerin şu an yüzde 80’den fazla fosil yakıt kullandığı bir dünyanın çok ciddi anlamda başta kömür olmak üzere petrol ve doğal gazdan vazgeçmesi ve temiz enerji kullanımına geçmesi anlamını taşıyor. Bugün itibarıyla BMİDÇS’ye sundukları ulusal katkı beyanlarıyla emisyon azaltımı hedefleyen 187 ülkenin, planlanan politikalarıyla yer kürenin ısısını anlaşmada öngörülen sınırın çok üstü olan 2.7 dereceyi aşacağı öngörülüyor. Dolayısıyla, mevcut çabaların yeterli olmadığı görülüyor ve asıl yapılması gerekenler bundan sonra daha çok önem arz ediyor. Ancak, anlaşmanın da bunu bilerek ülkelerin düzenli bir şekilde her beş yılda bir mevcut pozisyonlarını bilimin de desteğiyle gözden geçirilmesi ve güçlendirilmesi isteniyor. Haliyle, önümüzdeki gelecek yıllar düşük karbonlu bir ekonomiye geçiş için ülkeleri daha fazla önlem almaya yönlendirecek gibi görünüyor.

Düşük karbonlu ve iklime dirençli bir dönüşüm için sadece Paris anlaşması ile ülkelerin uzlaşması değil, bunun ötesinde Paris İklim Zirvesi boyunca duyurulduğu üzere hükümet dışı diğer insiyatiflerinde bu dönüşümü gerçekleştirmeye çok önemli katkılar sağlayacağı önem taşıyor.

Yüzün üzerinde ülkeden sayıları 7 bine ulaşan şehirlerin temsilcileri iklim değişikliği ile mücadele için hedefler belirlediğini ve hazırlık yaptıklarını beyan ettiler. Yenilenebilir enerji konusunda, Hindistan ve Fransa’nın başını çektiği 120 ülke tarafından kurulan “Uluslararası Güneş Enerjisi İttifakı” ile güneş enerjisinden 100 terravatlık bir elektrik üretme kapasitesine ulaşılması hedefleniyor. 36 ülke ve 23 kuruluşun işbirliği ile “Küresel Jeotermal İttifakı” kurulmuş ve bu güçlü ittifak 2030 yılına kadar jeotermalden elektrik üretimi kapasitesini yüzde 500, ısınma kapasitesini ise yüzde 200 artırmayı hedefliyor.

 

5 BİNİN ÜZERİNDE İŞLETME, YENİLENEBİLİR ENERJİ HEDEFİ VAR

İş dünyasında 90 ülkeden 32 trilyon dolara karşılık gelen 5 binin üzerinde işletme yenilenebilir enerji, enerji verimliliği ve teknoloji transferi desteği ve karbon fiyatlandırılması konusunda hedef belirlediklerini deklare etti. Ekim 2014’te başlayan Divestment Kampanyası olarak bilinen hareket ile bugüne kadar aralarında saygın üniversite ve emeklilik fonlarından oluşan 3,4 trilyonluk yatırım kuruluşları başta kömür olmak üzere fosil yakıtlardan yatırımlarını çektiklerini belirttiler. Paris anlaşması sonrası özellikle gelişmiş ülkelerdeki birçok yatırımcı uzun dönemli varlıklara yatırım yaparken iklim riski noktasında daha duyarlı olacak gibi görünüyor. Bunun yanında, iş dünyasının talep ayağını oluşturan geniş bir toplum kitlesi ve sivil toplum kuruluşlarının iklim değişikliği konusundaki bilinçli tutumu ve baskıları düşük karbonlu ekonomiye geçişi tetikleyen çok önemli bir itici güç olacağına kesin gözüyle bakılıyor.

 

GELİŞMİŞ ÜLKELERİN ANLAŞMAYA LİDERLİK ETMESİ BEKLENİYOR

Paris anlaşması, Kyoto protokolünden farklı olarak bütün ülkelere sorumluluk yüklüyor. Anlaşma, ülkelerin ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklarla kendi kapasitelerine göre belirledikleri planlara göre hareket edebilmesini sağlayacak Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanları (INDC) üzerine kurulmuş durumda. Anlaşma kapsamında gelişmiş ülkelerin iklim değişikliği ile mücadelede tarihsel sorumlulukları dikkate alınarak sera gazı salımlarının azaltılması çabalarına liderlik etmesi bekleniyor. Gelişmekte olan ülkelerin ise azaltım çabalarını zaman içinde kuvvetlendirmeleri teşvik edilecek gibi görünüyor.

Kyoto protokolünde yer almayan, Paris anlaşmasında ise dikkate alınan karbon bütçesi kavramı salımlar için zirve (peak) yıl belirleme çabalarını güçlendiriyor. Bu hesaplamaya göre, taahhüt edilen sıcaklık artışında kalabilmek için toplam karbon bütçesinin sadece üçte birinin kullanılması gerekiyor çünkü üçte ikisi zaten kullanılmış durumda. Bu anlamda toplam küresel karbon bütçesini tüketmemek için ülkelerin salım zirve değerlerine olabildiğince hızlı ulaşıp azalma eğilimine girmeleri bekleniyor. Böylece, 2050’den itibaren insan kaynaklı salımlar ve yutak alanların kapasitesi arasında bir dengenin kurulması amaçlanıyor.

TÜRKİYE BU DÖNÜŞÜMÜN NERESİNDE?

Paris Anlaşması sonrası Türkiye’de başta ilgili bakanlıklar olmak üzere kamu kuruluşları, iş dünyası, akademi ve ilgili sivil toplum kuruluşlarına büyük sorumlulukları var. Türkiye’nin bu yeni dönüşüme hazırlıklı olması gerektiğine dikkat çekiliyor.

 

Türkiye’de bu kapsamda Paris İklim Zirvesi öncesi iklim değişikliği ile mücadele bağlamında gönüllü olarak Ulusal Azaltım Katkı Beyanı olan INDC planını BM İklim Sekreteryası’na sundu. Türkiye, bu beyanda, 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarını olağan seyir olan referans senaryodan yüzde 21 daha az artırmayı hedeflediğini belirtti. Paris İklim Değişikliği Konferansı (COP 21) müzakerelerinde yapmış olduğu birçok beyanatta görüldüğü gibi, uluslararası finansmanın sağlanması halinde Türkiye’nin daha fazla emisyon azaltımı sağlayabileceği bekleniyor.

Bakanlıklar ve diğer kamu kuruluşları başta olmak üzere, iş dünyası ve akademik camiadan geniş bir resmi heyetle Paris İklim Zirvesi toplantısına katılan Türkiye’nin müzakereler boyunca aktif olarak kendi özel koşulları ve başka konularda söz aldığı görüldü. Küresel iklim anlaşması için pozitif bir tutum sergileyen Türkiye’nin uluslararası iklim finansmanı sağlama konusundaki pozisyonunun net olmaması sıkıntı yarattı. 1992 yılından bu yana Türkiye’nin BMİDÇ sözleşmesindeki Ek-I listesinde olması sorun teşkil etti. Ancak Paris anlaşması deklare edildiği zaman Türkiye’nin bu konuyu gündeme getirmesi ve COP başkanının ilgili konuyu çözecekleri yönündeki beyanı “uluslararası finansman sağlama” konusundaki sorunun 2016 yılında çözüleceği beklentisini artırdı.

Türkiye’nin sadece OECD üyesi olması nedeniyle geçmiş dönemdeki Ek-I üyesi ülke olması nedeniyle yaşadığı şanssız konumlandırılması iklim değişikliğine uyum ve mücadele noktasında sürece geç dahil olmasına neden oldu. Zirveyi yakından takip eden uzmanlar, yeni süreçte Türkiye’nin gerekli adımları atıp, Paris anlaşmasını en kısa sürede onaylamasını istiyor.

SORUMLULUKLAR BÜYÜK

Paris anlaşması sonrası Türkiye’de başta ilgili bakanlıklar olmak üzere kamu kuruluşları, iş dünyası, akademi ve ilgili sivil toplum kuruluşlarına büyük sorumluluklar düşüyor. İlgili anlaşmanın ülkemizde önemli sonuçlar doğuracağına ve Türkiye’nin bu yeni dönüşüme hazırlıklı olması gerektiğine dikkat çekiliyor. Uzmanlar, bazı kamu kurumlarında ve iş dünyasında geçmişte görülen “hiçbir şey yapmayalım” anlayışının değişmesi gerektiğini ifade ediyorlar. Enerji sektörü başta olmak üzere, ulaştırma, kentleşme, sanayi gibi tüm sektörleri ilgilendiren böyle bir anlaşmanın birçok fırsatlar sunarken, dönüşümü sağlamayan kuruluşlara da ciddi külfet getireceğine dikkat çekiliyor. Kamu seviyesinde, başta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Enerji Bakanlığı olmak üzere tüm ilgili kuruluşlar arasında düzgün bir koordinasyon ve işbirliği gerekiyor. Bu anlamda, orta vadede resmi kuruluşlar içinde kurumsal yapılanmanın yeniden düzenlenmesi bekleniyor.

 

CİDDİ BİR FİNANSMANA İHTİYAÇ VAR

Türkiye’nin kendi çabalarıyla sera gazı azaltması ve iklime adaptasyonu konusundaki yatırımları ciddi bir finansman ihtiyacı doğuracağına kesin gözüyle bakılıyor. Bunun ötesinde Türkiye, başta Yeşil İklim Fonu olmak üzere uluslararası kaynaklardan ciddi miktarda finansman sağlayabilir. Bu noktada, ulusal ölçekte iklim değişikliğini esas alacak bir finans mekanizması oluşturması gerekebilir. Düşük karbonlu ekonomiye geçiş için gerekli olan finansmanı ne tür kaynaklardan sağlayacağı ve özellikle özel sektörü nasıl mobilize edeceği konusunda güçlü alt yapısı olan iklimle ilgili bir finansman mekanizması büyük önem arz ediyor.

 

TÜRKİYE 2030 YILI PLANLAMASINI YAPMALI

Paris Anlaşması, 2018 yılında tüm tarafların 2050 ve sonrasına yönelik uzun dönemli düşük karbonlu ekonomiye geçiş planlarını gösterecek ulusal katkı beyanlarını hazırlamalarını istiyor. Bu anlamda Türkiye, 2030 yılına kadarki planlarını uzun dönemli olacak şekilde yeniden hazırlaması gerekiyor. Bunu yaparken gözden geçirme sürecini de esas alarak Türkiye, geleceğe yönelik planlarında daha somut ve gerçekçi hedefler ortaya koymalı. Türkiye iklim değişikliği olgusunu geleceğe yönelik kalkınma programlarının içinde ana unsur olarak görmeli. Bu planları hazırlarken, düşük karbonlu ekonomiye geçiş için kendi çabaları ve uluslararası destekle ne kadar emisyon azaltabileceğini detaylı bir şekilde çalışması gerekiyor.