HAZIRLAYAN: SEDA GÖK
Geçtiğimiz yıl sadece Türkiye için değil dünya ekonomisi açısından da zorlu geçti. Piyasalardaki durgunluğun birbirini tetiklemesi ve risk almama eğilimi 2014 yılında her açıdan ‘bekleme dönemi’ olarak değerlendirildi.
Geçtiğimiz yıl piyasaların, birinci ve dördüncü çeyrekte sıkıntısının daha fazla arttığını, ikinci ve üçüncü çeyrekte ise can suyu diyebileceğimiz bir hareketlenmenin kendisini hissettirdiğini gördük.
Türkiye bütün bu gelişmelere karşılık 2014 yılını yüzde 3 büyüme, 160 milyar dolar ihracat, yüzde 10,5 işsizlik oranı ile kapattı.
Bu yıl Haziran ayında yapılması planlanan genel seçim sürecinin şimdiden kendisini hissettirdiği Türkiye ekonomisinin en önemli gündemini; enerji fiyatları, cari açık, enflasyon ve işsizlik oluşturuyor.
Kanaat önderleri, Türkiye’nin 2015 yılında, tıpkı geçtiğimiz yıl olduğu gibi yüzde 3-4 büyüyeceğini öngörüyor. Ayrıca ihracattaki artış ivmesinin devam edeceği konusunda da hemfikirler…
Bu yıl küresel ekonomide beklenen toparlanma, Türkiye’nin ticaret ortaklarındaki büyümenin hızlanması, iç talepteki canlanma ile büyümenin yüzde 3-4 olması öngörülüyor.
Türkiye 2014 yılında ABD ekonomisinin beklentilerin altında büyümesi, Euro Bölgesi’nde süregelen durgunluk, jeopolitik gerginlikler, gelişmekte olan ekonomilerde yavaşlayan büyüme etkenleriyle de mücadele etti.
Küresel büyümenin 2015 yılında yüzde 3,8, 2015-2019 döneminde ise ortalama yüzde 4 civarında öngörülüyor. Bu oranların kriz öncesi dönemde elde edilen yüzde 5’lik büyümenin oldukça altında olduğu görülüyor.
Gelişmekte olan ülkelerde büyüme performansının, zayıf talep ve yapısal sorunlar nedeniyle kriz öncesi dönemin altında olması da dikkat çekiyor. Küresel finansal koşulların göreceli olarak sıkılaşması, Çin ekonomisinin yavaşlaması ve düşük emtia fiyatlarının bu yavaşlamada etkili olduğu görülüyor. Çin ve Hindistan hariç gelişmekte olan ülkelerin 2014 yılında yüzde 2,7, 2015 yılında yüzde 3,6 oranında büyüyeceği tahmin ediliyor. Ayrıca son dönemde petrol fiyatlarında yaşanan düşüşün kalıcı olmasının büyümeyi yukarı yönlü destekleyeceğine vurgu yapılıyor.
GLOBAL EKONOMİDE NELER OLDU?
Dünya ekonomisinin üç devi durumunda olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avrupa Birliği (AB) ve Çin’de tahminlerin altında bir performans kaydedildi. Büyümede yavaşlamanın düşük faiz ve düşük enflasyonla bir araya gelmesi, gelişmiş ülkelerin uzun dönemli durgunluk riski altında olduğu kuşkusunu uyandırıyor. Öte yandan, küresel kriz sürecinde dibe vuran ekonomileri yeniden büyüme rayına oturtmak amacıyla uygulanan gevşek para politikasının sonuna gelinmiş olması da küresel bir risk olarak algılanıyor.
ABD’nin yürüttüğü bol para-düşük faiz rejiminin dünyaya pompaladığı likidite aşamalı olarak yavaşlatıldı, şimdi ise likiditenin geriye çekilmesi bekleniyor. Daralacak likidite ile birlikte faiz oranlarının yükselmesi de devreye girecek. Bu gelişme yıllardır büyümelerini bol para-düşük faiz rejimi altında sürdürmeye alışmış ve hatta buna bağımlı hale gelmiş olan gelişen ülkelerde ciddi bir kriz tehdidi olarak algılanıyor. Bütün bunların üzerine, bir süredir dünya ekonomisini fazlasıyla meşgul eden jeopolitik riskleri de eklemek gerekiyor. 2014 yılında iyice tırmanan bu risk, 2015’de de dünya ekonomisi için önemli bir tehdit oluşturuyor. Sınırlı bir hızlanmaya rağmen yavaş büyümenin 2015 yılında da devam edeceği tahmin ediliyor.
IMF: DÜNYA EKONOMİSİNİN BÜYÜME HIZI 2015’TE 3,8 OLABİLİR
IMF’nin tahminlerine göre dünya ekonomisinde 2014 yılında yüzde 3,3 olan büyüme hızı, 2015 yılında ancak yüzde 3,8 düzeyine çıkabilecek. Gelişmiş ülkelerde 2014′de yüzde 1,8 olan büyüme hızının 2015 yılında yüzde 2,3 düzeyine çıkacağı, gelişmekte olan ülkelerde de 2014 için yüzde 4,4 olarak öngörülen büyüme hızının, 2015′de ancak yüzde 5 oranına yükseleceği tahmin ediliyor. Bu sayılar büyümede hızlanmanın sınırlı kalacağını, 2015 yılının coşkulu bir büyüme yılı olmayacağını gösteriyor.
“AVRUPA’NIN BÜYÜME HIZINDA DÜŞÜŞ DEVAM EDİYOR”
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) göre, Avrupa’da büyüme hızındaki düşüş sürerken, diğer büyük ekonomilerde büyüme istikrarlı seviyesini koruyor. OECD’nin Bileşik Öncü Göstergeler Endeksi Raporu, Aralık ayı sonunda açıklandı. Ekim ayı verilerine yer verilen rapora göre, OECD Bölgesi’nde Bileşik Öncü Göstergeler Endeksi Ekim ayında bir önceki aya göre değişmeyerek 100,4′te kaldı. Türkiye’de ise Bileşik Öncü Göstergeler Endeksi Ekim ayında 99,3 oldu. OECD’nin revize ettiği rakamlara göre, Türkiye’nin Bileşik Öncü Göstergeler Endeksi bir önceki aya kıyasla değişiklik göstermedi. Raporda, özellikle İngiltere ve ardından Almanya ile İtalya’daki büyüme hızının düşüş gösterdiği belirtildi. Buna göre Bileşik Öncü Göstergeler Endeksi İngiltere’de yüzde 0,17 düşüş ile 100,5′ten 100,4′e geriledi. Endeks, Almanya’da 0,16 düşüşle 99,7′den 99,5′e, İtalya’da yüzde 101,2′den 101,1′e indi. Raporda, ekonomik büyüme ivmesinin Kanada, ABD, Brezilya, Çin gibi büyük ekonomilerde istikrarlı olduğu, Rusya ve Japonya’da ise düşüş eğilimine girdiği kaydedildi. Bileşik Öncü Göstergeler Endeksi Ekim ayında ABD’de 100,4′le bir önceki aya oranla aynı kalırken, Fransa’da 100,3′le bir önceki aya göre yine önemli bir değişim göstermedi. Endeks Rusya’da yüzde 0,14 gerileyerek 100,5 olurken, Çin’de yüzde 0,17 artışla 99,2′ye, Hindistan’da da yüzde 0,19 artışla 99,6′ya yükseldi. Euro Bölgesi genelinde ise endeks yüzde 0,02′lik düşüşle 100,6 oldu. OECD’nin ekonomik öncü göstergeler endeksi sistemi, ekonomik aktivitedeki dönüm noktalarına ilişkin sinyalleri önceden vermesi amacıyla 1970 yılında kuruldu. Endeks, ekonomistler, iş adamları ve politika yapıcılar açısından mevcut ve kısa vadeli pozisyonlarını belirlemeleri için önem taşıyor. Bileşik Öncü Göstergeler Endeksi, İzlanda hariç 33 OECD ülkesinin yanında, 6 üye olmayan ekonomi ve 8 ayrı bölge için hesaplanıyor. Endeks, ülkeler için geniş bir yelpazede seçilmiş kısa vadeli anahtar nitelikteki ekonomik göstergelerden oluşan serilerin bileşenlerinden elde ediliyor.
ŞİMŞEK’DEN DÜNYA EKONOMİSİ DEĞERLENDİRMESİ
Dünya ekonomisindeki gelişmeler ve Türkiye’ye yansımalarını değerlendiren Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, IMF’nin 2013 yılında yüzde 3,6 olan küresel enflasyonun 2014 ve 2015 yıllarında yüzde 3,9 olacağını öngördüğünü, enerji ve endüstriyel metal fiyatlarında son dönemde yaşanan düşüşün kalıcı olması halinde küresel enflasyonun bu tahminlerin de altında gerçekleşebileceğini dile getirdi.
Bakan Şimşek, küresel ekonomiye ilişkin riskleri ise şöyle aktardı: “Küresel ekonominin önündeki en önemli risk Avro Bölgesi’nde yavaş büyümenin devam etmesi ve bölgenin 90′lı yıllardaki Japonya gibi deflasyonist bir sürece girmesidir. Bu, Türkiye ekonomisi için de en büyük risklerden biridir. Gelişmekte olan ülkelerde büyümenin daha da yavaşlaması ve Çin ekonomisinde sert bir düşüş diğer bir temel risk olarak karşımıza çıkıyor. Bir diğer önemli risk ise FED’in faiz artırımının finansal piyasalarda yaratabileceği aşırı oynaklık ve sermaye akımlarının tersine dönmesidir. Ancak Avrupa ve Japonya Merkez Bankalarının genişletici para politikası uygulamalarına devam ediyor olması bu riski belli ölçüde dengeleyecek bir unsurdur. Öte yandan jeopolitik gerginliklerin artması küresel ekonomik görünümü aşağıya çekebilecek bir başka risk olarak karşımıza çıkıyor.”
Şimşek, orta ve uzun vadede, siyasi istikrar, güçlü kamu mali dengeleri, sağlam bankacılık sektörü, dinamik Türk özel sektörü, genç nüfusumuz, sağlıklı hane halkı bilançosu, başarılı ihracat pazar çeşitlendirmesi, esnek kur rejimi ve makro ihtiyati politikaların büyümeyi destekleyen ve dış şoklara karşı Türkiye’yi dirençli kılan unsurlar olmaya devam edeceğini bildirdi.
OECD: EŞİTSİZLİK EKONOMİK BÜYÜMEYİ AŞAĞI ÇEKİYOR
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD)’nin Aralık 2014’te yayınladığı yeni raporunda üye ülkeler arasındaki eşitsizliğin son 30 yılın zirvesine tırmandığını, bu durumun ekonomik büyümeyi önemli ölçüde azalttığını açıkladı. Rapora göre en zengin yüzde 10’luk kesim gelirini artırmamış olsaydı, tüm üye ülkelerin büyümesi daha yüksek oranları bulacaktı. Yüksek vergilerle serveti tekrar dağıtmanın büyümeye olumsuz etkisi olmayacağını savunan OECD, en önemli sebebin eğitimdeki fırsat eşitsizliği olduğunu vurguladı. İngiltere’de eşitsizliğin GSYH’nin yüzde 9’una mal olduğu, ABD’de ise bu rakamın yüzde 7 olduğu belirtildi. Son 30 yılda 34 üye ülkenin içinde en zengin ve en fakir arasındaki farkın en yüksek seviyeye geldiği, en zengin yüzde 10’luk kesimin en fakirden dokuz buçuk kat daha zengin olduğu ifade edildi. 1980’lerde bu oran sadece sekiz kattı. Rapora göre eşitsizliğin azaldığı sadece iki ülke var: Türkiye ve Yunanistan.
Rapora göre artan eşitsizlik, sanayileşmiş ülkelerin büyük bir çoğunluğunda büyümeyi azalttı. Raporda “Bugünün en zengin yüzde 10’luk kesimi toplam gelirdeki payını artırmamış olsaydı, büyüme daha fazla olurdu” ifadeleri kullanıldı.
İngiltere’de eşitsizliğin GSYH’nin yüzde 9’una mal olduğu, ABD’de ise bu rakamın yüzde 7 olduğu belirtildi. Son 30 yılda 34 üye ülke arasında en zengin ve en fakir arasındaki farkın en yüksek seviyeye geldiği, en zengin yüzde 10’luk kesimin en fakirden 9 buçuk kat daha zengin olduğu ifade edildi. 1980’lerde bu oran sadece sekiz kattı. Rapora göre eşitsizliğin azaldığı sadece iki OECD ülkesi oldu, Türkiye ve Yunanistan. Eşitsizliğin Meksika ve Yeni Zelanda’da büyümenin yüzde 10’unu, Finlandiya ve Norveç’te neredeyse yüzde 9’unu, ABD, İtalya ve İsveç’te ise yüzde 6 ila 7’sini yok ettiği belirtiliyor. Eşitsizlik ölçütü Gini katsayısının 1985-2011 yılları arasında 21 OECD ülkesinin 16’sında yükseldiği belirtilen rapora göre Finlandiya, İsrail, Yeni Zelanda, İsveç ve ABD’nin Gini katsayısının 5 puandan fazla artış yaşadığı, sadece Yunanistan ve Türkiye’de çok hafif bir düşüş yaşandığı belirtildi.
“VERGİLERLE SERVETİN TEKRAR DAĞITIMI BÜYÜMEYE ENGEL DEĞİL”
Raporun bulguları, bu yılın başlarında yayınlanmış olan Uluslararası Para Fonu (IMF) raporuyla benzer sonuçlar içeriyor. Fakat OECD’nin analizleri daha zengin ülkelere yoğunlaşıyor ve eşitsizliğin büyüme üzerinde tam olarak ne kadar büyük bir etkisi olduğunu gösteriyor. OECD raporunda yüksek vergi ve sosyal yardımlarla servetin tekrar dağıtılmasının büyümeyi aşağı çekmediği de vurgulandı. OECD Genel Sekreteri Angel Gurria “Bu sonuçlar güçlü ve sürdürülebilir bir büyüme için gittikçe artan eşitsizlik meselesinin tüm politika tartışmalarının ana merkezinde olması gerektiğini gösteriyor” değerlendirmesinde bulundu.
TEMEL NEDEN EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİNİN OLMAMASI
Artan eşitsizliğin en temel sebebinin eğitime yapılan yatırımın eksikliği olduğunu belirten OECD raporunda son 30 yıldır eşitsizliğin fakir çocukların eğitim şartlarını kısıtladığına da dikkat çekildi. Dünyanın en zengin uluslarının üyesi olduğu kurumun raporunda eğitim fırsatlarının yetersizliği, dezavantajlı bireyler üzerinde “azalan sosyal hareketlilik ve yetkinlik gelişiminin engellenmesi” gibi etkiler doğurduğuna vurgu yapıldı.
İŞGÜCÜNE KATILIMI DESTEKLEYEN POLİTİKALARA VURGU…
OECD politikacılara yoksullukla mücadele programları uygulamaları için çağrıda bulundu. Raporda “Politikalar ezelden beri devam eden yetersiz eğitim yatırımlarına son vermeli ve düşük gelir grupları için örgün eğitime yatırım yapmalı” denildi. Yetkinlik gelişimi stratejilerinin meslek eğitimini ve düşük yetkinliktekilerin iş yaşamı boyunca eğitimini içermesi gerektiği belirtildi.
OECD RAPORUNDAN SATIR BAŞLARI…
“OECD içinde zengin ve fakir arasındaki boşluk 30 yılın zirvesinde. Uzun vadeli bu eğilim ekonomik büyümeleri aşağı çekti. Eşitsizliğin olumsuz etkisi sadece en fakirleri değil piramidin altındaki yüzde 40’lık kesimi etkiliyor. En önemli sebep sosyal çevreleri dezavantajlı olan kişilerin eğitime yatırım yapamıyor olması. Eşitsizliği vergi ve sosyal yardım politikalarıyla azaltmak gerekir. Bu politikalar düzgün uygulandığı sürece büyümeye zarar vermez. Eşitsizlikteki genel artış yüzde 1’lik çok zengin kesimin ağırlığından kaynaklanıyor.”
EURO BÖLGESİ’NDE YÜZDE 0,8 BÜYÜME
Euro Bölgesi ekonomisi, 2014 yılının ikinci çeyreğinde hız kesip endişe yaratmakla birlikte, üçüncü çeyrekte beklentilerin bir miktar da olsa üzerinde bir performans gerçekleştirdi. Yıllık bazda yüzde 0,8, çeyrek dönemde ise yüzde 0,2 büyüdü. Bu gelişmede, Almanya’nın resesyonu da beraberinde taşıyan yavaşlama endişesinin bertaraf edilmiş olması önemli rol oynadı. Öte yandan Fransa da büyümede kıpırdanma gösterdi. Son yıllarda ekonomik kriz ile başa çıkmaya çalışan İspanya ise mücadelesini sürdürdü. İtalya ekonomisi ise daralmaya devam etti.
TÜRKİYE’DE 2014’ÜN BÜYÜMESİ % 3’TE KALDI
Türkiye 2014 yılını ortalamada yüzde 3 büyüme ile kapattı. Türkiye, ekonomik büyümesinde ihracat ve dışarıdan gelen sermaye akımları büyük rol üstlendi. Türkiye’deki tasarruf oranı ise bu dönemde ancak yüzde 15 mertebesinde oldu. Özel sektör ve devletin toplam borcu 2014 yılında 402 milyar dolar olarak kaydedildi. Bu rakamın GSYH içindeki oranına baktığımızda da yüzde 50’sini geçmesi anlamına geliyor. Bu borcun 276 milyar dolarlık kısmı özel sektöre ait. En fazla borçlanan sektörler ise inşaat, ulaşım ve enerji olarak dikkat çekiyor. Kısacası Türkiye 2014 yılındaki büyümesini iç tüketim ve dış borca dayalı olarak gerçekleştirdi.
ÜÇÜNCÜ ÇEYREK SONUÇLARI…
Türkiye ekonomisi, 2014′ün 3. çeyreğinde yakalanan yüzde 1,7′lik rakamla üst üste 20 çeyrek büyüdü. Mal ve hizmet ihracatı sabit fiyatlarla yüzde 8′lik artışla 8 milyar 989 milyon liraya yükselirken, ithalat yüzde 1,8′lik azalışla 8 milyar 677 milyon liraya geriledi.
Türkiye İstatistik Kurumu(TÜİK) verilerine göre takvim etkisinden arındırılmış sabit fiyatlarla GSYH, üçüncü çeyrekte geçen yılın aynı çeyreğine göre yüzde 1,8, mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış GSYH değeri ise ikinci çeyreğe göre yüzde 0,4 arttı. Hane halklarının nihai tüketim harcamalarının değeri yılın üçüncü çeyreğinde cari fiyatlarla yüzde 7,1′lik artışla 301 milyar 179 milyon lira, sabit fiyatlarla yüzde 0,2,’lik artışla 21 milyar 898 milyon lira olarak gerçekleşti. Öte yandan devletin nihai tüketim harcaması cari fiyatlarla yüzde 15,7′lik artışla 64 milyar 658 milyon lira, sabit fiyatlarla yüzde 6,6′lık artışla 3 milyar 308 milyon lira oldu.
Gayri safi sabit sermaye oluşumu değeri üçüncü üç aylık dönemde cari fiyatlarla yüzde 9,4′lük artışla 84 milyar 374 milyon lira, sabit fiyatlarla yüzde 0,4′lük azalışla 7 milyar 366 milyon lira olarak hesaplandı.
MAL VE HİZMET İHRACATINDA ARTIŞ İTHALATTA AZALMA
Mal ve hizmet ihracatı cari fiyatlarla yüzde 18,5′lik artışla 129 milyar 271 milyon liraya, sabit fiyatlarla yüzde 8′lik artışla 8 milyar 989 milyon liraya yükseldi. Mal ve hizmet ithalat değeri ise söz konusu dönemde cari fiyatlarla yüzde 7,6′lık artış göstererek 137 milyar 833 milyon liraya yükselirken, sabit fiyatlarla da yüzde 1,8′lik azalışla 8 milyar 677 milyon liraya düştü.
ENFLASYONA “GERGİNLİK” ETKİSİ
Türkiye’nin 2014 yılı sonu itibariyle enflasyon…. olarak gerçekleşti. Bu rakam bir önceki yıla göre… kaydedildi.
TL’nin özellikle politik gerginliklerden dolayı değer kaybı yaşadığına dikkat çeken uzmanlar, bu kaybın yüzde 30 mertebesinde olduğunu belirtiyorlar. Ayrıca kuraklık, gıda fiyatlarındaki hızlı yükseliş ve ithal girdilerin artmasının enflasyonu tetikleyen unsurlar olduğunun altını çiziyorlar. Geçtiğimiz yıl enflasyonun yüzde 9,5 civarında seyretmesini öngören Merkez Bankası, gıda fiyatlarının etkisi olarak nitelendirmiş ve para piyasası kurulu kararlarında da bu noktaya vurgu yapmıştı. Ancak gıda maddelerinden arındırılmış çekirdek enflasyon endeksi bu varsayımın doğru olmadığını ortaya koydu. Endeks bu nedenle yüzde 10 civarında bir değer aldı.
Türkiye’de başta yağlı tohum, saman, buğday ve mısır olmak üzere birçok ürünün ithal ediliyor olması ve buna karşılık mazot, tohum ve gübre olmak üzere girdi olarak kullanılan ürünlerde de bir fiyat artışının yaşanması ile geçtiğimiz yıl maliyet odaklı bir enflasyon süreci ile karşı karşıya kalındı.
DÖVİZ KURLARINDA DURUM
Geçtiğimiz yıl dolar diğer tüm paralara karşı değer kazandı. Geçtiğimiz yıldan ders çıkaran piyasaların bu yıl daha tedbirli bir süreç yaşayacağı öngörülüyor. Dünya ekonomisine yön veren kuruluşlar bu süreçte piyasalara yapısal reformlara odaklanma mesajı veriyor. Ayrıca kur konusunda ani hareketlerden kaçınılması gerektiğinin de altı çiziliyor. 2014 yılı 31 Aralık tarihi itibariyle dolar 2,31 TL, Euro ise 2,82 TL’den kapattı.
MALİ POLİTİKALARDAN TAVİZ YOK
Bu yıl da Türkiye’de sıkı bir maliye politikası uygulanacak. Bu sıkı politikanın işsizlik üzerinde “alev” etkisi yapacağına dikkat çeken kanaat önderleri, gerektiğinde bu politikalarda revizyona gidilmesinin önemli olduğunu söylüyor. TÜFE, 2014 yılı için yüzde 9,4 olarak belirlediği bütçe tahminini, 2015 yılı için yüzde 6,3 olarak belirledi.
TÜRKİYE’NİN 2015 BÜTÇESİ
2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesinhesap Kanunu Tasarısı, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. 2015 bütçesinde 520,4 milyar lira gider, 499,5 milyar lira gelir öngörüldü.
Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 464 milyar 163 milyon 399 bin lira, özel bütçeli idarelere 53 milyar 69 milyon 588 bin lira, düzenleyici ve denetleyici kurumlara 3 milyar 212 milyon 692 bin lira olmak üzere toplam 520 milyar 445 milyon lira ödenek verildi. Genel bütçenin gelirleri 442 milyar 586 milyon 345 bin lira, özel bütçeli idarelerin gelirleri 7 milyar 789 milyon 211 bin lirası öz gelir, 45 milyar 894 milyon 85 bin lirası hazine yardımı olmak üzere 53 milyar 683 milyon 296 bin lira olarak belirlendi. Düzenleyici ve denetleyici kurumların gelirleriyse 3 milyar 192 milyon 332 bin lira öz gelir, 20 milyon 260 bin lira Hazine yardımı olmak üzere toplam 3 milyar 212 milyon 692 bin lira olarak öngörüldü. Bütçede gelir toplamı 499 milyar 482 milyon lira olarak hesaplandı, özel bütçeli idarelerin net finansmanı ise 55 milyon 964 bin lira olarak tahmin edildi.
SANAYİ ÜRETİMİ SİYASİ GERGİNLİKTEN NASİBİNİ ALDI
TÜİK‘in verilerine göre 2014 yılı ilk dokuz aylık döneminde madencilik ve taş ocakçılığı sektörü endeksi yüzde 2,6, imalat sanayi sektörü endeksi yüzde 1,9, elektrik, gaz, buhar, iklimlendirme üretimi ve dağıtımı sektörü endeksi yüzde 0,1 artış gösterdi. Sanayinin alt sektörleri incelendiğinde ise 2014 yılı Eylül ayında bir önceki yılın aynı ayına göre madencilik ve taşocakçılığı sektörü endeksi yüzde 8,9, imalat sanayi sektörü endeksi yüzde 1,1, elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımı sektörü endeksi de yüzde 6,4 artış gösterdi. Sanayi grupları aylık ve dokuz aylık olarak incelendiğinde ise aylık değişimin yüzde 1,7, yıllık değişimde ise yüzde 2,2 gibi düşük bir oran olduğunu görüyoruz. Detayları incelersek, ara malı imalatının aylık bazda 2,4, yıllık bazda ise 0,9 artış gösterdiğine şahit oluyoruz. Ara malı imalatındaki yıllık 0,9 artış, düşük büyüme dönemine girdiğimizin bir işareti olarak algılanabilir.
Dayanıklı tüketim malı imalatı aylık bazda 6,9, yıllık bazda ise 2,1 artış gösteriyor. Türkiye’nin üretime dayalı büyüme modelinde çok önemli bir gösterge olan dayanıklı tüketim imalatı, 2014 yılı ilk dokuz ayında istenilen performansı gösteremedi. En önemli etken olarak Avrupa ihracatının gerilemesi ve Orta Doğu’daki siyasi gerginliği gösterebiliriz. 2014 yılında iç talepteki daralmanın etkisini dayanıksız tüketim malı imalatında rastlıyoruz. Dayanıksız tüketim, ilk dokuz ay sadece yüzde 1 artış kaydetti. Enerjide ise yıllık bazda yüzde 5,7 artış gerçekleşmiş durumda. Sermaye imalatı ilk dokuz ayda yüzde 3,5 olarak gerçekleşti.
Türkiye, 2015 yılına özel sektörün 143 milyar dolara ulaşan kısa vadeli dış borcu, yüzde -5,8’e gerileyen cari işlemler dengesi/GSYH ve 48 milyar dolar civarında cari açık, yüzde 9 seviyeleri civarında enflasyon, yüzde 13,5 seviyelerine gerileyen tasarruf göstergeleri ve yüzde 3,3-3,5 civarında büyüme oranı ile girdi.
YABANCI SERMAYENİN SANAYİ ÜRETİMİNE KATKISI
Bu rakamlar da gösteriyor ki, herşeye rağmen Türk sanayisi ekonominin dinamosu, lokomotifi ve itici gücü durumunda…Sanayi üretiminde artış ne kadar yüksek olursa, ekonomik büyüme, istihdam artışı ve verimlilik de o kadar güçlü olacağının göstergesi. 2015 senesinde küresel ekonomideki riskler devam etmesine rağmen Türkiye; FITCH ve Moody’s tarafından verilen yatırım yapılabilir ülke kategorisinde yer alıyor. 2014 senesinde doğrudan sermaye girişleri beklentilerin çok altında kalmış olmasına rağmen 2015 senesinde Türk sanayicisi, girişimcisinin katkıları ile doğrudan yabancı yatırım girişlerinin 20-30 milyar dolar civarında gerçekleşmesi durumunda, sanayi üretiminin gelişmesine ve ivme kazanmasına olumlu katkı sağlayacağı öngörülüyor.
İŞSİZLİK ORANI YÜZDE 10,5 SEVİYESİNDE GERÇEKLEŞTİ
TÜİK verilerine göre Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2014 yılı Eylül döneminde 3 milyon 64 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise %10,5 seviyesinde gerçekleşti. İşsizlik oranı erkeklerde %9,1 kadınlarda ise %13,6 oldu. Aynı dönemde; tarım dışı işsizlik oranı %12,7 olarak tahmin edildi. 15-24 yaş grubunu içeren genç işsizlik oranı %19,1 iken, 15-64 yaş grubunda bu oran %10,7 olarak gerçekleşti. Eylül 2014 döneminde 15 ve daha yukarı yaştaki istihdam edilenlerin sayısı 26 milyon 169 bin kişi, istihdam oranı ise %45,8 oldu. Bu oran erkeklerde %65,2, kadınlarda ise %26,8 olarak gerçekleşti. Bu dönemde, tarım sektöründe çalışan sayısı 5 milyon 625 bin kişi, tarım dışı sektörlerde çalışan sayısı ise 20 milyon 545 bin kişi olarak gerçekleşti. İstihdam edilenlerin %21,5’i tarım, %20,3’ü sanayi, %7,5’i inşaat, %50,7’si ise hizmet sektöründe yer aldı. İşgücü nüfusu 2014 yılı Eylül döneminde 29 milyon 233 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise %51,1 olarak gerçekleşti. İşgücüne katılma oranı erkeklerde %71,7 kadınlarda ise %31,1 oldu. Herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olmadan çalışanların oranı 2014 yılı Eylül döneminde %35,7 olarak gerçekleşti. Bu oran tarım sektöründe %83,9 iken, tarım dışı sektörlerde %22,5 oldu. Mevsim etkilerinden arındırılmış istihdam sayısı bir önceki döneme göre 98 bin kişi artarak 25 milyon 916 bin kişi olarak gerçekleşti. İstihdam oranı ise 0,1 puanlık artış ile %45,3 oldu. Mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlerin sayısında 2014 yılı Eylül döneminde, bir önceki döneme göre 103 bin kişilik artış gerçekleşti. İşsizlik oranı ise 0,3 puanlık artış ile %10,7 oldu.
2015’DE İŞSİZLİK ORANI BEKLENTİSİ; YÜZDE 10-11
İşsizliğin temel belirleyicileri arasında fiziksel yatırımlar ve dolayısıyla büyüme hızı, beşeri sermayeye yapılan yatırım ve verilen eğitim, yabancı sermaye hareketleri vb. gibi etmenlere bakıldığında 2014 sonu itibariyle %10 civarı bir işsizlik oranı ve 2015 için de bu etmenlerdeki olağan gelişme trendinde sürpriz bir radikal kırılma olmadığı sürece, yüzde 10-11 düzeylerinde hafif artan bir işsizlik oranı bekleniyor.
BÜYÜMENİN BAŞROL OYUNCUSU İHRACAT OLDU
Türkiye, 2014 yılını 160 milyar dolar ihracat gerçekleştirdi. 2014 yılında 166,5 milyar dolar hedefiyle yola çıkılmasına karşılık siyasi ve ekonomik gelişmelerden nasibini alan ihracat, yılı 160 milyar dolar ile kapattı. Avrupa pazarındaki daralmayı yeni pazarlara odaklanarak aşan Türk ihracatçısı, mücevherat, savunma sanayi ve su ürünlerindeki başarılı performansı ile dikkat çekti. Ihracatın itici güçleri ise otomotiv, hazırgiyim ve kimya sanayi olarak kayda geçti. Ancak komşu ülkelerdeki gelişmeleri ve Rusya pazarını mercek altına alan ihracatçılar, 2015 yılında 175 milyar dolar ihracat hedefliyorlar.
MALİ RİSKLERE KAPSAMLI DEĞERLENDİRME
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, kamuda nakit esaslı bütçe sonuçları üzerinden yürütülen mali analiz uygulamasını tahakkuk esaslı mali tablolar üzerinden yürüterek zenginleştirmeyi hedeflediklerini söyledi. Şimşek, ayrıca bu alanda hazırlanan AB eşleştirme projesinin tamamlanmasıyla mali riskleri daha kapsamlı değerlendireceklerini söyledi. Genel yönetim mali istatistiklerini 2015′ten itibaren üçer aylık dönemler itibarıyla yayımlayacaklarını bildiren Şimşek, kamu harcama süreçlerinde e-fatura kullanımına yönelik hazırlıklara devam ettiklerine değindi. Şimşek, böylece kamuda tasarruf sağlamanın yanısıra e-Devlet dönüşümü adına önemli bir adım daha atmış olacaklarını belirtti. Bakan Şimşek, mali suçlarla mücadeledeki kararlılığı neticesinde Türkiye’nin FATF kamuoyu listesinden (gri liste) çıkarıldığına, ayrıca FATF tavsiyelerinin tamamına uyum sağlanması kapsamında kaydedilen gelişmeler ile Türkiye’nin FATF 3. Tur Değerlendirmesi Takip Süreci’nden çıkarılmasına karar verildiğine işaret etti. AB katılım müzakereleri sürecinde çalışmalarını sürdürdüklerini belirten Şimşek, gelinen aşamada Mali Kontrol ve Vergilendirme fasıllarının müzakerelere açıldığını, kapanış kriterlerinin karşılanmasına yönelik çalışmalara devam ettiklerini söyledi.
2014’DE İHRACAT YAPAN KAZANDI
Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın, 2006-2013 dönemi gerçekleşmelerinin yer aldığı Girişimci Bilgi Sistemi verilerine göre tasarım ve ihracat yapan şirketler, yapmayan şirketlere oranla daha yüksek kârlılık elde etti. Türkiye genelinde ihracat yapan firmaların faaliyet karlılığı yüzde 5,6 iken, yapmayan şirketlerin karlılığı yüzde 2,7 düzeyinde kaldı. İmalat sanayinde ise tasarım yapan firmaların karlılığı yüzde 7,6, yapmayanların karlılığı ise yüzde 5,7 olarak hesaplandı. Bakanlığın uzun süren çalışmanın ardından tamamladığı çalışmada, Türk sanayisinin mevcut durumuna ilişkin ilginç tespitler yer aldı.
Türkiye genelinde ihracat yapan şirketlerin faaliyet karlılığı yüzde 5,6 seviyesindeyken, ihracat yapmayan şirketlerin karlılığı yüzde 2,7’de kaldı. Karlılık mikro şirketlerde ihracat yapıp yapmama durumuna göre çok değişmezken, ölçek büyüdükçe aradaki farkın da yükseldiği gözlemlendi. Mikro ölçekli şirketlerde ihracat yapmayanların karlılığı yüzde 2, yapanların karlılığı ise yüzde 2,3 düzeyinde. Küçük ölçekli şirketlerde ihracat yapanlar yüzde 4 karlılık oranına ulaşırken, ihracat yapmayanların karlılık oranı yüzde 2,9 seviyesinde kaldı. Buna karşılık orta ölçekli şirketlerde ihracat yapmayanlar yüzde 3,1 kar ederken, ihracat yapanların karlılık oranı yüzde 4,7 düzeyinde gerçekleşti. KOBİ üstü şirketlerde ise ihracat yapanlar yüzde 6, ihracat yapmayanlar yüzde 2,7 oranında faaliyet karlılığı sağladılar.
İMALATTA TASARIM YAPANIN KARI YÜZDE 7,6
Firmaların tasarım yapıp yapmamalarına göre yapılan değerlendirmede ise yine ölçek büyüklüğüne bağlı olarak karlılık oranlarının yükseldiği gözlendi. Mikro ölçekli şirketlerde tasarım yapanların karlılığı yüzde 2,5, yapanların karlılığı ise yüzde 3,1 düzeyinde hesaplandı. Küçük ölçekli şirketlerde tasarım yapmayanlar yüzde 4,3, tasarım yapanlar ise yüzde 5,7 faaliyet karlılığı elde ederken, orta ölçekli şirketlerde tasarım yapanlar yüzde 6,7, tasarım yapmayanlar yüzde 5,3 faaliyet karlılığı sağladı. KOBİ üstü şirketlerde tasarım yapmayanlar yüzde 6,5, tasarım yapanlar ise yüzde 7,7 faaliyet karlılığına ulaştı. Firmaların tamamına göre yapılan değerlendirmede tasarım yapmayanların yüzde 5,7, tasarım yapanların yüzde 7,6 faaliyet karlılığına ulaştığı hesaplandı.
MOBİLYADA TASARIM FARKI İKİYE KATLADI
Mobilya sektöründe tasarım yapan şirketlerin faaliyet karlılığı, tasarım yapmayanlara göre neredeyse iki katına ulaştı. Sektörde tasarım yapanlar yüzde 8,8 faaliyet karlılığı oranını yakalarken, tasarım yapmayanların karlılığı ise yüzde 4,4’te kaldı.
KOBİ üstü şirketlerde tasarım yapanlar yüzde 9,9, yapmayanlar yüzde 7,3 faaliyet karlılığına erişirken, orta ölçekli şirketlerde tasarım yapanlar yüzde 6,5, yapmayanlar yüzde 5,3 karlılık yakaladılar. Mobilya sektöründe küçük ölçekli şirketlerde tasarım yapanlar yüzde 4,2, tasarım yapmayanlar ise yüzde 4 faaliyet karlılığı elde ederken, mikro ölçekli şirketlerde tasarım yapanlar yüzde 2,3, tasarım yapmayanlar ise sadece yüzde 1,7 oranında karlılık yakalayabildiler.
HAZIR GİYİMDE TASARIM YAPAN % 7,7 KAZANDI
Tasarım, mobilya sektöründe olduğu gibi hazır giyim sektöründe de ön plana çıkıyor. Bu sektörde tüm ölçeklerde tasarım yapanlar yüzde 7,7 faaliyet karlılığını yakalarken, tasarım yapmayanların faaliyet karlılığı yüzde 4,4’te kaldı. Mikro ölçekli hazır giyim firmalarında tasarım yapmayanlar yüzde 1,5 karlılık elde ederken bu ölçekte tasarım yapan şirketler yüzde 3,3 karlılık oranına erişti. Küçük ölçekli şirketlerde tasarım yapmayanlar yüzde 4, tasarım yapanlar ise yüzde 5,3 faaliyet karlılığı elde ederken, orta ölçekli şirketlerde tasarım yapmayanlar yüzde 4,7, tasarım yapanlar ise yüzde 6,1 kar sağladılar. KOBİ üstü şirketlerde tasarım yapmayanlar yüzde 5, tasarım yapanlar ise yüzde 8,8 faaliyet karlılığına ulaşıyor. Sektörel faaliyet karlılığı sıralamasına göre en yüksek karlılığın yüzde 15,5 ile son zamanlarda özellikle çalışma sistemi çok tartışılan madencilik ve taşocakçılığı sektöründe olması dikkat çekti. Bunu yüzde 10,1 ile bilgi ve iletişim, yüzde 9,7 ile mesleki, bilimsel ve teknik faaliyetler takip etti. İnşaat sektörü ise yüzde 5,6 faaliyet karlılığına ulaştı.
BU YIL 88,5 MİLYAR TL KAMU YATIRIMI YAPILACAK
Yatırım programı (2015-2017) çerçevesinde 2015 yılında 88,5 milyar liralık kamu sabit sermaye yatırımı yapılması planlanıyor. Genel bütçeli kurumlardan Milli Eğitim Bakanlığı için 5,5 milyar lira, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı için 5 milyar lira, Sağlık Bakanlığı için 1,1 milyar lira ödenek ayrılması öngörüldü.
Kalkınma Bakanlığı’nın, 2015-2017 Dönemi Yatırım Programı Hazırlıklarına İlişkin Genelgesi ve aynı dönemi kapsayan Yatırım Programı Hazırlama Rehberi geçtiğimiz Kasım ayında Resmi Gazete‘de yayımlandı.
Buna göre 2015 yılında 88,5 milyar lira tutarında kamu sabit sermaye yatırımı yapılmasının beklendiği, bunun yüzde 51,2′sinin Merkezi Yönetim Bütçesi, yüzde 33,5′inin mahalli idareler, yüzde 12,6′sının KİT ve özelleştirme kapsamındaki kuruluşlar tarafından gerçekleştirilmesi öngörüldü.
2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi kapsamında 41 milyar lira tutarında sermaye gideri ödeneği tavanı öngörülürken, bunun 20,5 milyar lirası genel bütçeli kuruluşlar, 20 milyar lirası da özel bütçeli kuruluşlar için öngörülüyor. Özel Bütçeli Kurumlardan Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü için 6,1 milyar, Karayolları Genel Müdürlüğü için 4,3 milyar, üniversiteler için 3,9 milyar lira ödenek tavanı belirlenmiştir. Kamu İktisadi Teşebbüsleri kapsamında TCDD Genel Müdürlüğü için 2015 yılında öngörülen ödenek tavanı ise 5 milyar lira.
Kamu yatırım harcamalarında kalkınma potansiyelini destekleyici mahiyetteki iktisadi ve sosyal altyapı yatırımlarına öncelik verileceği ifade edilen genelgede, kamu kesimi yatırımlarının gelecek dönemde de bütüncül bir perspektif dahilinde özel kesim yatırımlarını tamamlayacak şekilde ele alınmaya devam edileceği bildirildi. Ayrıca kamu-özel işbirliği yöntemlerinin yaygınlaştırılmasıyla kamu yatırımlarında özel sektörün katılımını sağlayan uygulamalara da ağırlık verileceği belirtildi.
YATIRIMLARDA ÖNCELİKLİ BÖLGE VE SEKTÖRLER
Kamu yatırımlarına ayrılan kaynakların öncelikli sosyal ihtiyaçları giderecek ve üretken faaliyetleri destekleyecek nitelikteki alt yapı alanlarına yönlendirileceği ifade edilen genelgede, yatırımların maliyet etkin, verimli ve zamanında gerçekleştirilmesine, mevcut sermaye stokunun daha etkin kullanılmasına ve yatırım harcamalarının en kısa zamanda ekonomik ve sosyal faydaya dönüştürülmesine azami özen gösterileceği kaydedildi. Genelgede, sektörel bazda eğitim, sağlık, bilim teknoloji, ulaştırma, sulama, içme suyu ve kanalizasyon yatırımlarına; bölgesel bazda ise Güneydoğu Anadolu Projesi, Doğu Anadolu Projesi, Konya Ovası Projesi ve Doğu Karadeniz Projesi kapsamındaki yatırımlar başta olmak üzere ekonomik ve sosyal altyapı projelerine öncelik verileceği duyuruldu. Proje bazında ödenek teklif ve tahsislerinde devam eden projelerden en kısa sürede tamamlanabilecek projelere, yeni proje tekliflerinde ekonomik ve sosyal katkısı en yüksek ve acil hizmet ihtiyacını karşılayabilecek yatırımlara öncelik tanınacağı kaydedilen genelgede, mevcut kamu sabit sermaye stokundan azami kapasitede yararlanılması için bakım ve onarımlara önem verileceği belirtildi.
ÖNCELİK VERİLECEK PROJE BAŞLIKLARI
Genelgenin eki olarak yayımlanan 2015-2017 Dönemi Yatırım Programı Hazırlama Rehberi’ne göre, tamamlanma aşamasındaki otoyol ve bağlantı yolu projeleri ile mevcut otoyol sisteminin korunmasını ve etkin kullanımını sağlayacak üst yapı iyileştirme, trafik güvenliği, köprü ve viyadüklerin onarımına yönelik projelere öncelik tanınacak. Konut sektöründe, Yatırım Programı’nda devam eden ve 2015 yılında tamamlanabilecek projelere, yeni lojman yapımı tekliflerinde de güvenlik kuruluşlarının Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki projelerine öncelik verilecek. Kıyı Yapıları Master Planında belirlenen büyük kapasiteli ana limanların hayata geçirilmesi ile denizlerde emniyetli ve sürdürülebilir seyrin sağlanması için gereken yatırımlara öncelik verilecek.
Sulama sektörü açısından değerlendirildiğinde proje stokunun oluşturulmasında 2014 Yılı Yatırım Programında 10 yıl olan ortalama tamamlanma süresinin düşürülmesi amaçlanacak.
Madencilik sektöründe enerji sektörü ve imalat sanayiine girdi temin eden üretimi, kömür, petrol, doğalgaz ve Jeotermal kaynaklar ile rezervi tükenmekte olan ve arz güvenliğinin sağlanması açısından önem arz eden madenlerin aranması, madenlerin işlenerek ürün haline getirilmesi ile üretilen cevherlerin tüketici talepleri doğrultusunda kalitesinin iyileştirilmesine ilişkin projelere öncelik tanınacak.
İmalat sektörlerinde ise genel olarak üretimin idamesi ile AB’ye uyum ve Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleri açısından gerçekleştirilmesi gerekli olan ve yurt içi hammaddenin değerlendirilmesine yönelik ekonomik olan projelere birinci derecede öncelik verilecek.
Enerji sektöründe enerji arz-talep analizlerine dayanan, Türkiye’nin genel enerji ihtiyaç projeksiyonuna uygun olarak hazırlanmış ve güvenilir hammadde kaynaklarına ve erken geri dönüş oranına sahip projelerin yanı sıra gerçekleştirilmesi diğer projelerin hayata geçirilmesinin ön şartı niteliğinde olan veya bunların kapasite veya verimini artıracak ve yenilenebilir kaynakların sisteme entegrasyonunu sağlayacak projelere öncelik verilecek.
2014’DE TÜRKİYE’NİN YURTDIŞI VARLIKLARI ARTTI
Türkiye’nin yurt dışı varlıkları, 2013 yıl sonuna göre yüzde 2,7 artarak 231,7 milyar dolar, yükümlülükleri ise yüzde 0,3 artışla 621,5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), 2014 Eylül sonu itibarıyla Türkiye’nin uluslararası yatırım pozisyonu (UYP) verilerini açıkladı.
TCMB bülteninde, “2014 Eylül sonu itibarıyla, UYP verilerine göre, Türkiye’nin yurt dışı varlıkları, 2013 yıl sonuna göre yüzde 2,7 oranında artarak 231,7 milyar ABD Doları, yükümlülükleri ise yüzde 0,3 oranında artışla 621,5 milyar ABD Doları olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’nin yurt dışı varlıkları ile yurt dışına olan yükümlülüklerinin farkı olarak tanımlanan net UYP, 2013 yılı sonunda eksi 393,9 milyar ABD Doları iken 2014 yılı eylül sonunda eksi 389,8 milyar ABD Doları seviyesinde gerçekleşmiştir” denildi. Varlıklar alt kalemleri incelendiğinde, rezerv varlıklar kalemi 2013 yıl sonuna göre 827 milyon dolar artışla 131,8 milyar dolar, diğer yatırımlar kalemi 649 milyon dolar artışla 61 milyar dolar oldu. Diğer yatırımlar alt kalemlerinden bankaların Yabancı Para ve Türk Lirası cinsinden efektif ve mevduatları, 2013 yıl sonuna göre yüzde 1,6 azalışla 22,9 milyar dolara geriledi. Yükümlülükler alt kalemleri incelendiğinde, eylül 2014 itibarıyla, yurt dışında yerleşiklerin yurt içinde doğrudan yatırımları (sermaye ve diğer sermaye) piyasa değeri ile döviz kurlarındaki değişimlerin de etkisiyle 2013 yıl sonuna göre yüzde 2,3 azalışla 145,8 milyar dolara düştü.
PORTFÖY YATIRIMLARI 10,6 MİLYAR DOLAR YÜKSELDİ
Eylül 2014 itibarıyla, portföy yatırımları 2013 yıl sonuna göre 10,6 milyar dolar artış gösterdi. Yurt dışı yerleşiklerin hisse senedi stoku 2013 yıl sonuna göre yüzde 4,8 artışla 54,8 milyar dolar olurken, borç senetleri alt kalemleri olan yurt dışı yerleşiklerin mülkiyetindeki DİBS stoku yüzde 6,1 azalışla 49 milyar dolar, Hazine’nin tahvil stoku (yurt içi yerleşiklerce alınan tahvil stoku düşüldükten sonra) ise yüzde 2,6 artışla 38,8 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Aynı dönemde, diğer yatırımlar 2013 yıl sonuna göre 5,1 milyar dolar azaldı. Bankaların toplam kredi stoku yüzde 5,4 artışla 91,3 milyar dolar olurken, diğer sektörlerin toplam kredi stoku ise yüzde 3,7 azalarak 92,8 milyar dolar düzeyinde gerçekleşti.
Eylül 2014 itibarıyla, diğer yatırımlar altında yer alan yurt dışı yerleşiklerin yurt içi yerleşik bankalardaki yabancı para mevduatı, 2013 yıl sonuna göre yüzde 6,3 azalışla 34,6 milyar dolar olurken, TL mevduatı da aynı dönemde yüzde 16,5 artışla 12,9 milyar dolara çıktı. Yurt dışında yerleşik Türk vatandaşlarının Merkez Bankası’ndaki kredi mektuplu döviz tevdiat hesapları ise aynı dönemde 2013 yıl sonuna göre 2,3 milyar dolar azalışla 2,9 milyar doları seviyesinde gerçekleşti ve diğer yatırımlardaki düşüşün başlıca belirleyicisi oldu.
ÜÇÜNCÜ ÇEYREKTE ŞİRKETLERİN KREDİ RİSKLERİ
Finansal kurumlar ve reel sektör işletmeleri için derecelendirme modelleri dahil, karar sistemleri geliştiren CRIF’in hazırladığı CRIF Türkiye Kredi Risk Haritası’nın 2014 yılı üçüncü çeyrek verileri açıklandı. Türkiye’nin 12 ayrı ekonomik bölgesinde faaliyet gösteren 90 bin 64 şirketin ratingleri değerlendirilerek oluşturulan Türkiye’nin Kredi Risk Haritası’na göre; şirketlerin riski, bilançolardaki bozulmalarla artış gösterdi. Buna bağlı olarak Türkiye Kredi Risk Endeksi sert bir düşüşle 1,063’ten 1,035’e geriledi.
Kredi Risk Haritası’na bölgeler bazında bakıldığında; Akdeniz ekonomik bölgesi üçüncü çeyrekte, ikinci çeyrek haritasının en riskli bölgesi olan Kuzeydoğu Anadolu ekonomik bölgesinin yerini aldığı görülüyor. Adana, Antalya, Burdur, Hatay, Isparta, Mersin, Kahramanmaraş ve Osmaniye’yi kapsayan Akdeniz ekonomik bölgesi, kredi riski en yüksek ekonomik bölge oldu. Akdeniz ekonomik bölgesinin kredi risk endeksi ikinci çeyreğe göre yüzde üç oranında düşerek 1,046’dan 1,011’e geriledi. Üçüncü çeyrekte Akdeniz ekonomik bölgesinde kredi riski en çok artan il ise Isparta olarak belirlendi.
Amasya, Bartın, Çankırı, Çorum, Karabük, Kastamonu, Samsun, Sinop, Tokat ve Zonguldak illerini kapsayan Batı Karadeniz ekonomik bölgesi ise üçüncü çeyrek kredi risk haritasında en düşük riskli ekonomik bölge oldu. Ancak riski en düşük bölge olmasına rağmen Batı Karadeniz ekonomik bölgesi de endeksteki genel düşüşten payını aldı. Batı Karadeniz ekonomik bölgesinde ikinci çeyreğe göre en sert düşüş, Kastamonu’da yaşandı. İkinci çeyreğe göre yüzde 10’luk gerileme yaşayan Kastamonu, Batı Karadeniz ekonomik bölgesinde riski en çok yükselen il oldu.
İller bazında bakıldığında; kredi riski en düşük illeri; Karaman, Samsun ve Karabük oluştururken, kredi riski en yüksek iller ise; Artvin, Yozgat ve Şanlıurfa olarak sıralandı. Karaman, 2014’ün ilk iki çeyreğinde olduğu gibi üçüncü çeyrekte de kredi riski en düşük il olarak haritadaki yerini korumayı başardı.
Kredi risk haritası sektörler bazında ele alındığında ise genel gerilemenin haritaya konu olan tüm sektörlerde yaşandığı göze çarpıyor. Üretim sektörü ikinci çeyrek endeksine göre yüzde 2’lik bir düşüşle en az riskli sektör olurken, bu sektördeki en sert düşüş ise 12 ekonomik bölge içinde Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşandı. Güneydoğu Anadolu ekonomik bölgesinde üretim sektörü ikinci çeyrek endeksine göre yüzde dört oranında gerileyerek 1,016’ya düştü. En az riskli sektörler sıralamasında üretim sektörünü toptan ticaret sektörü ile ulaşım/iletişim/enerji sektörleri izledi. Bu sektörlerdeki endeks gerilemesi ikinci çeyreğe oranla yüzde iki ile sınırlı kaldı.
Üçüncü çeyrekte en riskli sektör sıralamasında ise liderlik perakende ticaret sektörünün oldu. Perakende ticaret sektörü ikinci çeyrek endeksine göre yüzde altı oranında geriledi. Bu sektörde en sert düşüş ise yüzde 16’lık endeks gerilemesiyle Orta Anadolu ekonomik bölgesinde yaşandı. Üçüncü çeyrekte ikinci çeyreğe göre kredi riski en çok yükselen sektörler sıralamasında perakende ticaret sektörünü inşaat ve hizmet sektörü izledi.
CRIF Türkiye Kredi Risk Haritası’nın üçüncü çeyrek verilerini değerlendiren CRIF Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Selim Seval, Türkiye geneline bakıldığında, 2014’ün üçüncü çeyreğinde bilançolardaki bozulmayla birlikte şirketlerin kredi riskinin büyük oranda arttığını belirtti. Seval, “Önemli bir risk artışından bahsediyoruz. 2011 yılından bu yana her çeyrekte yayımladığımız endeks, hazırlamaya başladığımız günden bu yana en düşük değere geriledi. Bunda Türkiye’de büyümenin düşmesi kadar, Irak ve Suriye pazarları başta olmak üzere Ortadoğu ve Afrika pazarlarındaki daralmanın da etkisinin olduğu görülüyor. Ticari faaliyet alanı daralan şirketlerin hem bilançoları hem de çek senet ve bankalara borç ödeme alışkanlıkları değişti” dedi.
SABİT SERMAYE YATIRIMLARI 175 MİLYAR DOLAR ÖNGÖRÜLÜYOR
Türkiye’nin 2002 yılındaki toplam sabit sermaye yatırımı 39,9 milyar dolar iken 2015′te bu tutarın 175 milyar dolar seviyesine çıkmasını bekleniyor. Yatırım uygulamalarında yenilikçi yaklaşımları benimseyen Kalkınma Bakanlığı, bu kapsamda eskiye göre çok daha az bürokratik bir süreci ön planda tutuyor. Kamu harcamalarının büyüklüğü kadar niteliğinin de ön plana çıkarıldığı çalışmalarda yatırım uygulamalarında yenilikçi yaklaşımlar benimseniyor. Türkiye’nin 2002 yılında 39,9 milyar dolan olan toplam sabit sermaye yatırımı, 2014’te166 milyar dolara ulaşırken söz konusu rakamın 2015′te daha da artarak 175 milyar dolar seviyelerine çıkmasını bekleniyor. Bu süreçte kamu ve özel sektör yatırımlarının birbirini tamamlayıcı olmasına özen gösterilirken, özel sektör tarafından yapılamayacak alanlara devlet yöneliyor. Ayrıca yerel nitelikli yatırımların yerel birimlerce yapılması öngörülüyor.
KAMU ÖZEL SEKTÖR İŞBİRLİĞİ İKİ YILDA 60 MİLYAR DOLARI AŞTI
Türkiye’nin büyük ölçekli kamu yatırımlarında ağırlıklı model olarak uygulamaya başladığı ‘kamu-özel ortaklığı’ modellerinde, son iki yılda, geçmiş yılların tamamının iki katından fazla tutarda projenin yürürlüğe girdiği ortaya çıktı. Kalkınma Bakanlığı, kamu-özel ortaklığı olarak adlandırılan, yap-işlet, yap-işlet- devret, işletme hakkı devri ve yap-kirala modelleriyle yaptırılan yatırımlarla ilgili toplam verileri 2013 yılı sonu itibariyle güncelledi. Buna göre 2013 yılı sonunda, toplam proje tutarı 87 milyar 575 milyon dolar tutarında, 167 kamu özel ortaklığı projesi stoku oluştu. Bu veriler 1986 yılından bu yana, tamamlanan ve halen devam eden ayırmaksızın toplam stokları kapsıyor. Bakanlık verilerine göre, 2013’te tüm zamanların rekoru kırılarak, 46 milyar 138 milyon dolarlık proje başlatıldı. Verilerin kapsamı olan 1986-2012 yıllarını kapsayan 27 yılda proje tutarı 41 milyar 437 milyon dolar düzeyinde. 2013 yılında, geçmiş yılların tamamından daha yüksek miktarda proje başlatılmış oldu. 2014 yılı verileri ise Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından, TBMM Plan ve Bütçe Komisyon’unda, bakanlığının bütçesi görüşülürken açıklandı. Şimşek, Ekim 2014 itibariyle Türkiye’nin kamu özel ortaklığı modelleriyle oluşmuş toplam proje stokunun tutarının 101,9 milyar dolar ve sayısının da 183 olduğunu açıkladı. Böylece, 2014 içinde toplam tutarı 14 milyar 325 milyon dolar olan 16 projenin uygulamaya alındığı anlaşıldı. Bu da verilerin derlendiği 29 yıllık dönemin ikinci büyük tutarı oldu. Bu iki yılı 10,3 milyar dolar ile 2010 yılı takip etti. Hükümet, 2010′da 4749 sayılı kanunla, kamu-özel ortaklığı modeliyle yaptırılacak işlerde, Hazine’nin borç üstlenme taahhüdü vermesine olanak sağlanan bir düzenleme yaptı. Sadece yetki niteliği taşıyan düzenlemenin ardından, 2013′te aynı kanuna ek yapan 6456 sayılı kanunda, verilecek garantinin (borç üstlenim garantisinin) çerçevesi belirlendi. Bu kanuna dayanarak Hazine Müsteşarlığı da yayınladığı yönetmelik ile garantilerin verilmesine yönelik usul ve esasları belirledi. Bu düzenlemelerin ardından, Hazine garantisinin işleyişine yönelik mevzuat altyapısının tamamlandığı 2013 ve 2014 yılları ise ‘rekor’ proje sözleşmelerinin imzalandığı yıl oldu. Bu iki yılda, toplam 60 milyar 463 milyon dolarlık sözleşme hayata geçti. Bu 2 yılda, İstanbul 3. Havalimanı ve şehir hastaneleri ağırlıklı portföyü oluşturdu. Kalkınma Bakanlığı verilerine göre, 1986-2013 yılları arasındaki projelerin en büyük kısmı ‘yap-işlet-devret’ modeliyle yapıldı. Projelerin 53 milyar 377 milyon dolarlık kısmı yap-işlet- devret, 20 milyar 443 milyon dolarlık kısmı daha çok enerji üretim ve dağıtım ihalelerinde kullanılan işletme hakkı devri, 3 milyar 938 milyon dolarlık kısmı yap-işlet ve 3 milyar 816 milyon dolarlık kısmı da yap-kirala modeli projelerden oluştu.
TÜRKİYE’NİN ROTASINDA ARGE VE İNOVASYON VAR
Türkiye’de gayri safi yurtiçi Ar-Ge harcaması, 2013′te bir önceki yıla göre yüzde 13,4 artarak 14,8 milyar lira olarak hesaplandı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), “2013 Yılı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetleri Araştırması” sonuçlarına göre, kamu kuruluşları, vakıf üniversiteleri ve ticari sektördeki anket sonuçları ile devlet üniversitelerinin bütçe ve personel dökümlerine dayalı olarak Türkiye’de gayri safi yurt içi Ar-Ge harcaması geçen yıl, bir önceki yıla göre yüzde 13,4 artarak 14 milyar 807 milyon lira olarak hesaplandı. Türkiye’de söz konusu harcamanın gayri safi yurt içi hasıla içindeki payı 2013′te yüzde 0,95 oldu. Bu oran bir önceki yıl yüzde 0,92 olarak hesaplanmıştı.
ARGE HARCAMALARI 15 MİLYAR TL’YE YAKLAŞTI
Gayri safi yurt içi Ar-Ge harcamalarının yüzde 47,5′i ticari kesim, yüzde 42,1′i yükseköğretim kesimi ve yüzde 10,4′ü kamu kesimi tarafından gerçekleştirildi. Bir önceki yıl ticari kesim yüzde 45,1 ile yine ilk sırada yer alırken, bunu yüzde 43,9 ile yükseköğretim, yüzde 11 ile kamu kesimi takip etmişti. Ar-Ge harcamaları, finanse eden kesimler itibarıyla incelendiğinde, 2013′te harcamaların yüzde 48,9′unun ticari kesim, yüzde 26,6′sının kamu kesimi, yüzde 20,4′ünün yükseköğretim kesimi, yüzde 3,3′ünün yurt içi diğer kaynaklar ve yüzde 0,8′inin yurt dışı kaynaklar tarafından karşılandığı görüldü.
Tam Zaman Eşdeğeri (TZE) cinsinden 2013′te toplam 112 bin 969 kişi Ar-Ge personeli olarak çalıştı. Bir önceki yıla göre TZE cinsinden Ar-Ge personeli sayısındaki artış yüzde 7,5 oldu. Ar-Ge personelinin sektörler itibarı ile dağılımına bakıldığında ise TZE cinsinden toplam Ar-Ge personelinin yüzde 51,7′si ticari kesimde, yüzde 37,7′si yükseköğretim kesiminde ve yüzde 10,6′sı kamu kesiminde yer aldı. İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflaması (İBBS) 1. Düzey’e göre, aynı dönemde Ar-Ge harcamalarının en yüksek olduğu bölge yüzde 27,5 ile Ankara, Konya ve Karaman’ın dahil olduğu Batı Anadolu Bölgesi olurken, bu bölgeyi yüzde 21,3 ile Doğu Marmara ve yüzde 20,3 ile İstanbul Bölgesi takip etti. Ar-Ge personel sayısına göre ise yüzde 22,7 ile İstanbul ilk sırada yer aldı. İstanbul’u yüzde 22,2 ile Batı Anadolu Bölgesi ve yüzde 15,5 ile Doğu Marmara Bölgesi izledi.
DÜNYA ENERJİ PİYASASINDA NELER OLACAK?
Dünya ve Türkiye enerji piyasasındaki gelişmeleri YARIN Dergisi’ne değerlendiren Boğaziçi Enerji Kulübü Başkanı Mehmet Öğütçü, önümüzdeki yıllarda yeşil enerjiden çok, akıllı enerji başlığının konuşulacağını söyledi. Dünya enerji piyasasında güç değişimi yaşandığına dikkat çeken Öğütçü, “Ulusal ve uluslar arası şirketler arasında dengeler değişiyor. Riskler ve faydalar paylaşılıyor. Unutulmamalı ki kaynaklar kıt ise tansiyon hep yüksek olacaktır. Bu nedenle gelecek daha fazla tartışmaları getirecek. Ülke ve üreticiler artık kendilerini yeniden pozisyonlandırıyor. Petrol fiyatı 80 dolar olmadığı sürece stabil diyemeyiz. Firmalar bu nedenle yatırımlarını bekletiyorlar. Personel azaltma kararı aldılar. Bu nedenle petrol ve doğalgaz sektöründe genişleme değil daralma göreceğiz. Unutulmamalı ki enerji de Türkiye’nin yumuşak karnı. Türkiye yurtiçinde üretim yapayım diye inat etmemeli. Bunu başka ülkelerde de yapabilir. Uluslar arası ortaklıklarda önümüzdeki dönemde artış olacak. Türkiye7nin de buna odaklanması gerekiyor. Artık sektörün bir yön belirlemesi gerekiyor. Lokal içerik, teknoloji ve insan kaynağı başlıklarını sektörün unutmaması lazım” dedi.
RÜZGAR ENERJİ YATIRIMLARI HIZ KAZANACAK
Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği (TÜREB) Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Serdar Ataseven, Türkiye’nin rüzgar enerjisinde hedefini artırmaya devam ettiğini belirterek, “2015 sonunda rüzgarda kurulu gücün 5 bin megavata ulaşacağını öngörüyoruz” dedi. Ataseven, çözümlenemeyen izin süreçleri, arttırılan harç bedelleri ve yaşanan lisans iptallerine rağmen rüzgarda 2014 hedefinin tutturulduğunu söyledi. Türkiye’de 2014′ün ilk altı ayında 466 megavatlık rüzgar santralinin devreye alındığını ifade eden Ataseven, yıl sonu itibarıyla rüzgarda toplam kurulu gücün 3800-4000 megavatı bulacağını belirtti. Ataseven, gelecek yıl sektördeki bürokratik sıkıntılar aşılırsa, 2015 sonunda 1000-1200 megavatlık kurulu gücün ülkeye kazandırılacağını dile getirdi. Türkiye’nin rüzgarda 2023 hedeflerine ulaşmak için 15 bin megavatlık santrali işletmeye alması gerektiğini ifade eden Ataseven, şunları kaydetti: “2015 sonunda rüzgarda kurulu gücün 5 bin megavata ulaşacağını öngörüyoruz. Bu da 2023 hedefimizin dörtte birine ulaşmamız anlamına geliyor. Kalan 8 yılda hedefe ulaşmak için senede en az 1800-1900 megavat kurulu gücü hayata geçirmemiz gerekiyor. Bu nedenle 2015 başvurularının hızla sonuçlandırılması ve ondan sonraki yıllar için sürdürülebilir bir başvuru mekanizmasının oluşturulması sektörün geleceği açısından önemlidir.”
”2015’TE KIYASIYA MÜCADELE YAŞANACAK”
Ataseven, Türkiye Elektrik İletim AŞ’nin (TEİAŞ) 2015 yılı için 3 bin megavatlık kapasite açıkladığını anımsatarak, ”Biliyorsunuz başvurulardan önce ölçüm istasyonları kuruluyor. Kurulan 1400′ün üstündeki ölçüm istasyonu gösteriyor ki, 2015′te proje yoğunluğu yaşanacak” dedi. EPDK’ya yapılan başvurularda 2007′de 8 bin megavatlık kapasiteye karşılık 751 proje olduğunu ifade eden Ataseven, ”2015′te 3 bin megavatlık kapasiteye karşılık yaklaşık 1400 proje arasında kıyasıya bir mücadele yaşanacak” diye konuştu.
“DÜŞÜK PETROL FİYATLARI DOPİNG ETKİSİ YARATACAK”
Uluslararası Enerji Ekonomisi Birliği (IAEE) Seçilmiş Başkanı, Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gürkan Kumbaroğlu, düşüşü süren petrol fiyatlarının Japonya, Almanya, İtalya, Türkiye gibi ithal petrole dayalı ülkelerin ekonomilerini olumlu etkileyeceğini kaydetti. Kumbaroğlu, “Düşük petrol fiyatları, enerji sektörünün yanı sıra özellikle petrokimya, taşımacılık gibi petrol bazlı sektörlerin kar oranlarında da olağandışı artışlara neden olacak. Bu GSYH’nin yaklaşık yüzde 1’ine denk gelmekte. Türk ekonomisine doping etkisi yapacak olan düşük petrol fiyatları enerji sektörünün yanı sıra özellikle petrokimya, taşımacılık gibi petrol bazlı sektörlerin karlılıklarında olağandışı artışlara yol açacak. Petrokimya ürünlerinin ucuzlaması ile sadece plastik, lastik gibi ürünlerin fiyatının düşmesi değil, aynı zamanda otomotiv gibi bu ürünleri girdi olarak kullanan sektörlerde maliyetlerin düşmesini sağlayacak. Fiyatlardaki düşüş gıda sektörüne kadar çok sayıda sektörü olumlu etkileyecek. Ayrıca, düşen maliyetler tasarruf eğilimlerinde artışa ve yatırımlarda büyümeye dönüşürse ekonomiye doping etkisinin uzun vadeli olacağını söyleyebiliriz” diye konuştu.
DÜNYANIN ENERJİSİNE İSTANBUL’DA YÖN VERİLECEK
Enerji sektörünün olimpiyatları olarak kabul edilen Dünya Enerji Kongresi’nin 23.’sü, 10-14 Ekim 2016 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirilecek. Üç yılda bir düzenlenen ve 2016 yılında Türkiye’nin ev sahipliğinde yapılacak kongreye dünya genelinde 7 bin kişinin katılması planlanıyor. Kongrenin protokol imza töreni Ankara’da gerçekleştirildi. İmza törenine Dünya Enerji Konseyi Başkanı Marie-Jose Nadeau de katıldı. Nadeau, yaptığı konuşmada “Dünya genelinde kamu, özel sektör, akademisyen ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin katılacağı kongreye ayrıca 100 bakan statüsünde katılımın olacağını tahmin ediyoruz. Yeni ufukları kucaklamak temasıyla gerçekleştirilecek olan kongrede İstanbul, global enerji politikalarının oluşmasında önemli rol üstlenecek” diye konuştu.
YABANCI SERMAYEDE DURUMU
Uluslararası net doğrudan yatırım girişi, Ekim ayında 670 milyon dolar olurken, Ocak-Ekim döneminde ise 9 milyar 794 milyon dolar seviyesinde gerçekleşti. Ekonomi Bakanlığı Uluslararası Doğrudan Yatırım Verileri Bülteni’ne göre Ekimde 670 milyon dolar düzeyinde net uluslararası doğrudan yatırım girişi gerçekleşti. Yılın 10 aylık döneminde 9 milyar 794 milyon dolar net doğrudan uluslararası yatırım girişi yaşanırken, uluslararası doğrudan yatırım girişleri kaleminde yer alan sermaye girişi, Ekim’de 304 milyon dolar oldu. Nakit sermaye girişinin 212 milyon dolarlık bölümü AB ülkeleri, 72 milyon dolarlık bölümü Asya ülkeleri kaynaklı gerçekleşti.
Net doğrudan uluslararası yatırım girişi yılın 10 ayında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 4,7 arttı. 6 milyar 866 milyon dolar olan uluslararası doğrudan yatırım girişinin 2 milyar 308 milyon doları imalat sektöründen, 1 milyar 335 milyon doları mali aracı kuruluşların faaliyetleri sektöründen kaynaklandı. Ocak-ekim döneminde nakit sermaye girişinin yüzde 62′si Avrupa Birliği (AB) ülkeleri kaynaklı oldu.
Ekim’de 172 uluslararası sermayeli şirket ve şube kuruldu, 18 yerli sermayeli şirkete de uluslararası sermaye iştiraki gerçekleşti. Böylece yılın 10 ayında 3 bin 455 uluslararası sermayeli şirket ve şube kuruldu, 139 yerli sermayeli şirkete de uluslararası sermaye iştiraki gerçekleşti. Bu şirketlerin, başta toptan ve perakende ticaret sektörü olmak üzere, gayrimenkul kiralama ve iş faaliyetleri ile ulaştırma, haberleşme ve depolama hizmetleri sektörlerinde faaliyette bulundukları görüldü. Ocak-Ekim döneminde kayıtlı sermayesi 500 bin doların üzerinde olan 131 uluslararası sermayeli şirket, şube kuruluşu ile yabancı ortak iştiraki gerçekleşti. Bu şirketlerin 50′si toptan ve perakende ticaret sektöründe, 20′si imalat sanayisi sektöründe faaliyette bulunuyor. Bu dönemde kurulan 3 bin 594 uluslararası sermayeli şirketin, bin 15′i AB ülkeleri, bin 713′ü Yakındoğu ve Ortadoğu ülkeleri, 264′ü ise diğer Avrupa ülkeleri (AB hariç) ortaklı şirketlerden oluştu.
Ekim sonu itibarıyla Türkiye’de faaliyet gösteren uluslararası sermayeli şirket sayısı toplam 41 bin 131′e ulaştı. Bu şirketler, başta toptan ve perakende ticaret olmak üzere, gayrimenkul kiralama ve iş faaliyetleri ve imalat sanayi sektörlerinde faaliyette bulunuyor. İmalat sanayisinde faaliyette bulunan uluslararası sermayeli şirketlerde kimyasal madde ve ürünleri imalatı birinci sırada yer alırken, bunu gıda ürünleri, içecek ve tütün ile tekstil ürünleri imalatı izliyor. En fazla uluslararası sermayeli şirket 24 bin 489 ile İstanbul’da bulunuyor. İstanbul’u 4 bin 365 şirketle Antalya, 2 bin 462 şirketle Ankara ve 2 bin 89 şirketle İzmir takip ediyor.
Ekim ayında Ekonomi Bakanlığı tarafından yatırım teşvik belgesi düzenlenen 15 proje kapsamında yaklaşık 131,2 milyon dolar tutarında yatırım yapılması öngörülüyor. Böylece 2014′te belgelendirilen yatırım projesi sayısı 206′ya, belge kapsamındaki yatırımların tutarı 3 milyar 785,8 milyon dolara ulaştı. 206 yatırım teşvik belgesinin 153′ü imalat, 30′u hizmetler, 9′u madencilik ve taşocakçılığı, 9′u elektrik, gaz ve su, 5′i ise tarım ve ormancılık sektörlerinde düzenlendi.
YASED’DEN İSTİHDAMA KALDIRAÇ ETKİSİ VURGUSU
Yabancı Sermaye Derneği(YASED)’nin raporuna göre, 2004-2013 yılları arasında Türkiye’ye yapılan yeni Uluslararası Doğrudan Yatırımlar (UDY) tarafından sağlanan ekonomik katkı, 2013 yılı sonu itibariyle GSYH üzerinde yıllık 84 milyar dolar artış etkisine ulaştı. Bu ekonomik katkı, Türkiye’nin 2013 yılı GSYH’sinin %10,2’sini ve incelenen dönemdeki GSYH artışının %19,4’ünü oluşturdu. UDY’nin Türkiye’deki istihdama olan katkısının da incelendiği raporda, 2004-2013 dönemindeki istihdam artışının %36’sının yeni UDY’ler tarafından karşılandığı ve böylece 1,9 milyon kişiye iş imkânı yaratıldığı belirlendi. YASED Yönetim Kurulu Başkanı Serpil Timuray, “Türkiye’ye doğrudan yatırım yapan uluslararası şirketler, ülkemizin sürdürülebilir kalkınmasında ve küresel rekabet gücünün artırılmasında stratejik katkı sağlamaktadır” dedi. Timuray, yaptığı açıklamada, Türkiye’ye gelen uluslararası yatırım stoğunun 2013 yılında 146 milyar dolara ulaştığını belirtti. Bu rakamın 2002 yılında sadece 18 milyar dolar olduğunu hatırlatan Timuray, son 13 yılda uluslararası yatırım stoğunun 10 kat arttığına işaret etti. Timuray, “Türkiye, yatırım ortamının iyileştirilmesine yönelik sürdürülen çalışmalarla, bugüne kadar ülkemize gelen yatırım miktarından çok daha fazla yatırım çekme potansiyeline sahip bir ülke konumuna gelmiştir. Yaptığımız çalışmaya göre, 2004-2013 yılları arasında yeni yapılan uluslararası doğrudan yatırımlar(UDY), 2013 sonu itibariyle Türkiye GSYH’sine yıllık 84 milyar dolar katkı sağlamaktadır. Bu ekonomik katkı; İstanbul’un GSYH’sinin yarısına, İstanbul hariç Marmara Bölgesi’nin GSYH’sinin %70’ine, Ege Bölgesi’nin GSYH’sinin de % 90’ına denk gelen bir büyüklüktedir” şeklinde açıklama yaptı.
Timuray ayrıca, 2004-2013 yılları arasında gelen yeni UDY’nin, 1,9 milyon kişiye istihdam yaratarak, Türkiye’nin 2013 yılı istihdamının %7,9’unu ve bu dönemdeki istihdam artışının %36’sını oluşturduğunu vurguladı. YASED Başkan Yardımcısı Galya F. Molinas da “2009-2018 yılları arasında öngörülen yeni UDY’nin ekonomik katkısının, 2018 yılı GSYH’sinin %12,2’sini oluşturması beklenmektedir” dedi.
Molinas, UDY’lerin yatırım yapılan ülkeye ekonomik ve sosyal alanlarda etkili ve uzun vadeli katkılar sağlayan yatırımlar olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade ederek şunları söyledi:
“UDY’ler ekonomik ve sosyal kalkınmayı doğrudan etkileyen bir kaldıraç görevi görürler. Yurtiçi rekabetin artmasına katkıda bulunurken, rekabetçi sektörlerin bölgesel liderliğini de artıran uluslararası yatırımcı şirketler, Türkiye’nin bölgesel merkez olarak konumlandırılmasına ve algı yönetimine uzun vadede önemli katkı sağlarlar. Bu nedenle bu yatırımları odaklı politikalarla doğru alanlara yönlendirmek büyük önem taşımaktadır. Uluslararası doğrudan yatırımcı şirketler, Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınması açısından büyük bir katma değer sağlamakta ve potansiyel arz etmektedir. Bu şirketlerin gerçekleştirdiği uzun vadeli yatırımlar GSYH, istihdam ve ihracat artışı ve ülkenin vasıflı, verimliliği yüksek ve aranılan bir işgücüne sahip, son derece cazip bir bölgesel merkez haline gelmesine yardımcı olma yönünde katkı sağlamaktadır. Türkiye’de son 10 yıldaki ortalama UDY ve GSYH büyüme oranları baz alındığında, 2009-2018 yılları arasında öngörülen sıfırdan yapılan UDY katkısının, 2018 yılı GSYH’sinin %12,2’sini oluşturması beklenmektedir. Türkiye, kalkınmasını daha ileri seviyeye taşıma yolunda uzun vadeli ortak olmak isteyen uluslararası doğrudan yatırımcı şirketler açısından daha cazip bir yatırım ortamı yaratarak, geçmişteki büyümesinden güç alacak ve 2023 hedeflerine hızlı ve doğru adımlarla yürümeye devam edecektir”.