Türkiye’nin son dönemde özellikle yassı çelik ürünlerinde ithalatı artıyor. Bu ithalat artışı bilhassa Dahilde İşleme Rejimi (DİR) kapsamında gerçekleşiyor. Çelik üreticisi ise bu konuda sınırlama talep ediyor.
TİCARET Sohbetleri köşemin bu haftaki konuğu Türkiye Çelik Üreticileri Derneği Genel Sekreteri Dr. Veysel Yayan oldu. Yayan, “Yurt içinde üretebildiğimiz ürünlerin ithalatının bu kadar kolay olmaması ve ihracatın yurtiçi tedarik ağırlıklı olması Türkiye’de daha çok katma değer bırakır. DİR’in mevcut hali uygun bir yöntem değil. Bunun mutlaka ve mutlaka makul bir seviyeye çekilmesi lazım. Önümüzdeki yıllardaki kapasitelerimiz bunun aşılmasını zorunluluk haline getirecek. Türkiye’den tedarike yönlendirici bir yaklaşımın benimsenmesini bekliyoruz. DİR kapsamında getirilebilir olan miktarların oransal olarak ve kademeli şekilde düşürülmesini istiyoruz” diyor.
İlk dokuz ay itibariyle sektörün genel bir değerlendirmesini yapar mısınız?
İlk dokuz ayda dünya çelik sektöründeki üretim artışı yüzde 7,8 oldu. Aynı dönemde Türkiye’nin üretimi yüzde 15 arttı.
Bu üretim artışının yılın ilk yarısına ait bölümü, biraz da baz etkisi kaynaklı bir üretim artışı oldu. 2020 yılının ilk yarısında özellikle Nisan-Mayıs aylarında son derece düşük bir üretim ve tüketim artışı söz konusu idi.
Üretimde iki ayda yüzde 26,5 civarında ortalama aylık düşüş yaşandı. Dolayısıyla bu düşüşün olmadığı durum bile yüzde 26,5’luk bir artış anlamına geldi. İlk yarıyı oldukça yüksek bir üretim artışıyla kapattık. Temmuz-Ağustos döneminde ise üretimimiz düşerken, Eylül ayında sınırlı seviyede artış gözlendi. Bu da bizim dokuz aylık üretimimizin yüzde 15 civarında gerçekleşmesini sağladı. Yılın bitmesine üç ayımız var. Bu dönemde de üretimin ilk yarıya göre daha düşük bir artış trendi içerisinde olacağını, ancak bugün için tutturduğumuz yüzde 15’lik seviyeyi destekleyerek, çok sert bir düşüşe izin vermeyeceğini düşünüyoruz. Bu yılı yüzde 10’un üzerinde bir üretim artışıyla kapatabiliriz.
Geçen yıl kapasite kullanım oranımız yüzde 64 iken bu yıl yüzde 75 civarına ulaştı. Bu, sektörde istihdam kapasitesinin artmasını sağladı. Aynı zamanda ihracatımızda da çok ciddi artış söz konusu oldu. Eylül ayında olağanüstü bir artış gündeme geldi.
Yeni rekorlar gelir mi?
Eylül’de ihracatımız geçen yıla kıyasla miktar yönünden yüzde 53 arttı. Değer yönünden ise yüzde 186 seviyesinde artış gündeme geldi. Çelik sektörü eylül ayında otomotiv sektörünü de geride bırakarak en fazla ihracat gerçekleştiren sektör oldu. ihracattaki artış eğiliminin devamı ve yeni rekorlar, biraz da dünya çapındaki korumacı politikaların esnetilmesine bağlı… Bu arada yüksek kapasitemize ve ihracatımıza rağmen, ithalatımızda yüzde 27 civarında bir artış olduğunu da vurgulamak isterim.
Özellikle hangi ürün gruplarında bu artış dikkat çekiyor?
Özellikle yassı ürünlerde ithalatımız artıyor. Bu ithalat artışı bilhassa Dahilde İşleme Rejimi (DİR) kapsamında gerçekleşiyor.
İhracat taahhüdü var diye kapılar sonuna kadar açılıyor. Oysaki yurt içinde üretebildiğimiz ürünlerin ithalatının bu kadar kolay olamaması gerekiyor. İhracatın yurtiçi tedarik ağırlıklı olması, Türkiye’de daha çok katma değer bırakır.
Niye bu kadar kolay?
Bu uygun bir yöntem değil. Bunun mutlaka ve mutlaka aşılması lazım. Önümüzdeki yıllarda yaşanacak kapasite artışları, bunun aşılmasını bir zorunluluk haline getirecek. Aynı zamanda çelik tüketicisi sektörleri yurtiçi tedarike yönlendirici bir politikanın benimsenmesini bekliyoruz.
Teşvik mekanizmasının mı devreye alınması gerekiyor?
Avrupa Birliği’yle aramızda bir serbest ticaret anlaşması var. O anlaşma her türlü devlet yardımını yasaklıyor. Dolayısıyla çelik sektörümüz devletten herhangi bir yardım almadan yatırımlarını yapıyor. Bizim söylediğimiz sadece DİR kapsamında getirilebilir olan miktarları oransal olarak kademeli bir şekilde düşürmek…
DİR’e sınırlama istiyorsunuz…
Evet. Diyelim ki DİR kapsamında bir ürünü getiriyorsunuz 9 aylık bir süre var, ondan sonra uzatma var, sonra ek süre var. 17-18 aya kadar uzuyor. Oysaki gerçekten ihracat yapan kuruluşun bu girdileri 3 ay içerisinde kullanıp, nihai ürünleri ihraç etmiş olabilmesi lazım. Hadi üç ayı altı ay yaptınız. Bunun dokuz ay olmasını anlayamıyoruz. On sekiz ay olması, devletin orada tahsil etmesi gereken vergileri zamana yayması ve 1 buçuk-2 yıl finansman desteği sağlaması anlamına geliyor. Bu uygun bir yöntem değil. Türkiye’nin ithalatı teşvik eden politikalarına güvenemeyen yatırımcı, ‘dur bakalım ne olacak?’ anlayışıyla daha ihtiyatlı yatırım yapar hale geliyor. Yatırımı başlatanlar “bu ithalat durmayacaksa ben bunu bitirmeyeyim çünkü batarım” diyor ve yatırımını askıya alıyor.
Bu süreçte ihracat hareketinde ülke bazında baktığımızda hangi ülkelerde daha fazla ön plana çıktı?
Uzak Doğu ülkelerinde yaklaşık yüzde 41, Latin Amerika ülkelerinde yüzde 330 artış söz konusu. Dolayısıyla Türkiye bu ihracattaki artışı ABD ve AB’nin getirdiği koruma tedbirlerine ve sınırlamalara rağmen gerçekleştirme başarısı gösterdi.
Bizim pandemi şartlarında durmayışımız pek çok ülkedeki duruşlar sebebiyle ürünlerimize yeni kapılar açtı. Türk ürünleri piyasalara daha yoğun bir şekilde girmeye devam etti. Bu da bizi pek çok pazarda daha ileri noktalara gitme konusunda şanslı kıldı.
Önümüzdeki dönemde odaklanacağımız pazarlar nereleri olacak?
Uzak Doğu pazarı devam edebilir. Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi’ne yeniden ihracatımızın artması beklentisi var. Afrika ülkelerine yönelik ihracatımızda artış olabilir. AB’nin kendi açısından çok mahcubiyet verici olan koruma tedbirlerini uzatma kararını gözden geçirmesi halinde, AB’deki yoğunluğumuz artabilir. Benzer şekilde ABD’nin Güney Kore’ye tanıdığı kota uygulamasını Türkiye’ye de tanıması halinde, ki tanımaması için de hiçbir sebep yok, ABD’ye olan ihracatımız artabilir. Çünkü bir taraftan da başkanlar seviyesinde, 100 milyar dolarlık dış ticaret hacmi hedef gösteriliyor, çelik ürünlerinin listede olmadığı bir durumda 100 milyar doların konuşulması imkânsız.
Üretim kapasiteniz bu yeni gelecek talebe cevap verebilecek yeterlilikte mi?
Mevcut üretim kapasitemize ilave kapasitelerimiz geliyor.
Yassı çelik üretiminde çok ciddi kapasite artışı söz konusu olacak. Bunu devletten bir kuruş destek almadan yapıyoruz. Bizim devletten istediğimiz husus şudur: ‘’Devletimizin uygulamaları bizim yeni yatırımlarımızı zorlaştırmasın, öngörülebilirliği azaltmasın ki istikrarlı bir şekilde yatırım yapabilelim.’’
İlave yatırımların istihdama yansıması ne olacak?
Önümüzdeki yıl mevcut istihdama yüzde 10’un üzerinde bir katkımız olabilir. Sektörümüz emek yoğun değil, sermaye yoğun bir sektör. Bununla beraber, tedarik zincirleri esas alındığında ülke genelinde çok daha büyük ölçüde dolaylı istihdam etkisi bulunmaktadır. Ancak özellikle hurda toplamanın marjinal sektörde istihdama, yüz binlerce ifade edilebilecek çok ciddi katkısının olduğunu biliyoruz.
Türkiye’nin hurda üretmek açısından büyük bir potansiyelinin bulunduğuna, bunun özellikle mahalli idareler iyi organize edilerek, en küçük hurda kırıntısına kadar geri dönüşümün sağlanması yolu ile değerlendirilebileceğine inanıyoruz.
Hurdanın geri dönüşümü konusunda da bir seferberlik mi olmalı?
Seferberlik olmalı ve hurda geri dönüşümü konusunda ihtisas sanayi bölgeleri kurulmalı.
İthal hurdaya ne kadar para veriyoruz?
Bu yıl 9 ayda 8,3 milyar dolar olmuş. Bu rakam yılsonuna kadar 11 milyar doları geçer. Bunun yarıya düştüğünü düşünün.
Hurda ihtisas sanayi bölgeleri için herhangi bir girişimde bulundunuz mu?
Sanayi Bakanlığımız ile görüştük. Bakanlığın bu konu üzerinde çalıştığını biliyoruz.
Bölgesel olarak bu nerede olmalı?
İstanbul, Ankara, İzmir, Hatay, Eskişehir, Gaziantep ve Gebze olabilir. Üretimin yoğunlaştığı bölgelere öncelik verilerek bu tür ihtisas OSB’ler kurulabilir.
Sektör, Yeşil Mutabakat’a ne kadar hazır?
Sektör yeşil mutabakata, bir yönden tabi olarak hazır bir görünüm arz ediyor. Tabi olarak hazır görünmemize imkan veren durum şudur. Biz elektrik ark ocaklı ağırlıklı üretim yapıyoruz. Elektrik ark ocaklı tesislerde, entegre tesislere göre 6 kat daha az emisyonla üretim yapabiliyorsunuz. Çünkü bizim kullandığımız hurda gerekli emisyonlar zamanında salınarak üretilmiş demir çelik ürünlerinden oluşuyor. Böyle olunca ark ocaklı kuruluşlarda üretim yapmamız, emisyon bakımından avantajlı duruma gelmemizi sağlıyor. Biz yüzde 70 ark ocaklı tesislerde, yüzde 30 entegre tesislerde, üretim yapıyoruz. Avrupa’da entegre tesislerin payı yüzde 60. İki misli daha fazla. Dolayısıyla emisyon bakımından ciddi ölçüde dezavantajlı. Biz onlara göre yeşil çelik üretiyoruz. İkincisi son 20 yıldır biz enerji tüketimini yüzde 20 civarında düşürdük. Bu da yüksek enerji maliyetlerinden kaynaklandı. Maliyetleri düşürmek için, enerji maliyetlerini azaltacak teknolojilerin hep peşinde olduk.
Yenileme yatırımlarını daha önceden yapmış olmak avantaj mı?
Avantaj ama bugün enerji kullanımını azaltmaktan değil, emisyonu sıfırlamaktan bahsediyoruz. Normalde duvara dayandık diyebileceğimiz durumdan, daha öteye geçmeyi konuşuyoruz. Bu çok ciddi yatırımlar gerektiriyor. Bu konuda AB’den daha kötü durumda değiliz. AB bu işlere 12 yıl evvel başladı ciddi bir biçimde ücretsiz kota tahsis etti. Bu ücretsiz kotaları kullanmayanlar onları piyasada paraya çevirdi. Doğrudan para vermek gibi oldu. Bizim böyle bir imkânımız olmadı AB ile aramızdaki Serbest Ticaret ve Gümrük Birliği Antlaşması bize herhangi bir vergi uygulanmasını yasaklıyor. Biz vergi uygulanmadan AB ne yaptıysa aynısını yaparak başlangıçta ücretsiz kota verilerek, Avrupa şartları içerisinde tedbirler alınarak, uyum sağlama arzusu içerisindeyiz. Özetle AB son derece tarihi bir görev yapmıştır. Çünkü bu bütün insanlığı ve dünyayı ilgilendiren bir durum. Şimdiye kadar konuşulan ancak eyleme geçilmeyen bir durum var. Bugün icraata geçilmesi gerekiyor. Ancak, dünyayı en fazla karbon emisyonu salarak kirleten Çin Halk Cumhuriyeti, ayrıca bazı Körfez Ülkeleri de bütün zenginliklerine rağmen gelişmekte olan ülke olarak kabul ediliyorlar. Onlara bir sürü finansman destekleri öngörülüyor. Biz gelişmiş ülke olarak görülüyoruz ve bize finansman desteği yok. Bu gayri adil bir durum. Buna rağmen Türkiye, Paris Antlaşması’nı onayladı. “Onayladınız bundan sonra açılım yapmayız” derlerse, bu Avrupalıların da zararına olur.
Üretim ve ihracatta yeni rekorlar bekliyor musunuz?
Bundan sonra üretimde gerçekleştireceğimiz her artış rekor anlamına geliyor. O açıdan yeni rekorlar bekliyoruz. Her adımda üretimimizi biraz daha artırma gayretinde olacağız. Çünkü bizim ülkemiz dinamik bir ülke. Yatırımların, büyümenin devam ettiği bir ülke. Çin’in sebep olduğu boşluğu kapatma konusunda en büyük şansa sahip ülke. Bu şansın olmasının da AB için şans olduğu bir ülke. Batılılar için de Çin yok ama onun yerine Türkiye var denebilecek bir avantaj sağlıyoruz. Tarafların kazan kazan statüsünde olacakları bir konumumuz var. Bunun geliştirilerek sürdürüleceğine ve Türkiye ekonomisinin büyümeye devam edeceğine inanıyoruz. Türk ekonomisinin büyümesinin, günlük politik mülâhazalar kapsamında tartışılmamasında fayda mülâhaza ediyoruz.
Sektördeki verileri 2019 yılı özelinde karşılaştırdığımızda durum nedir?
2019’dan iyiyiz. 2020’de bütün dünya ülkeleri 2019’a göre yüzde 15-20 gerilerken biz 2019’a göre yüzde 6 büyüdük. Reel bir büyüme. Bu yıl da yüzde 11-12 civarında reel bir büyüme gerçekleştireceğiz. Önümüzdeki yıl da, bu kadar olmasa bile büyümeyi sürdüreceğimizi öngörüyoruz.
Yeni yatırımlarda ürün bazında baktığımızda odaklanacağımız alanlar ne olacak?
Özellikle yassı ürünlerde ve uzun ürünlerin ihtisas gerektiren yüksek katma değerli türlerinde ciddi bir yatırım var. Bir de paslanmaz çelik alanında ilk defa bir üretim kapasitesi geliştirildi. Bütün bunları alt alta getirdiğimizde, Türkiye’de çelik sektörünün Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu ürünlerin yüzde 100’e yakın bir kısmını üretebilir duruma geldiğini görüyoruz.
Üretim dengesinde iç pazar-ihracat dengesi nasıl olacak?
Önceliğimiz yurtiçi piyasanın ihtiyaçlarının karşılanması. İthalatı asgari seviyelere indirdikten sonra ihracatımız bir anlam ifade ediyor. O zaman net ihracatımız ciddi bir şekilde artış gösterebiliyor. Dolayısıyla Türk çelik sektörü, Türkiye’nin cari işlem dengesi açığının kapatılmasına olan katkısını ciddi ölçüde artırma potansiyeli taşıyor.
Halen bunda oransal denge nedir?
Eylül ayında çelik ürünlerinde ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 111 seviyesinde… Üretimimizin yaklaşık yüzde 50’si iç pazara gidiyor.
Yatırımların önündeki engelleri kaldırmak için önerilerinizi de almak isterim…
Yatırımların önündeki engellerin kaldırılması kapsamında, özellikle organize sanayi bölgelerinin ve özel endüstri bölgelerinin zeytin ağacı ile ilgili kısıtlamalardan muaf tutulmasını istiyoruz. Bazı yerlerde az sayıda zeytin ağacı var diye yatırım yapılamıyor. Nükleer tesisler için hazırlanmış bulunan muafiyete ilişkin taslağın, OSB’ler, Özel OSB’ler ve özel endüstri bölgeleri için de uygulanmasını talep ediyoruz.
Resmin bütününe bakmak lazım. 115 bin hektarlık alanda ağaçlarımız yandı. 115 bin yandıysa 215 bini yeniden dikeriz mantığı ile bakıyoruz.
Burada pragmatik bir bakışla, bu alanlarda 10-20 tane zeytin ağacı varsa, zeytin ağacı tapılacak bir şey değil. 10 tane ağaç varsa 10 tane söküyorsanız, 100 taneyi 200 taneyi 300 taneyi başka bir yere daha sistemli bir şekilde dikebilirsiniz. Biraz evvel de Türkiye’nin zeytinciliğinin gelişmesi gerektiğini ve mutlaka korunması gerektiğini söyledim. Ama bu korunma geniş bir perspektifle olmalı. Yani dar bir bakışla, sanayinin gelişmesinin önüne engel konulmamalı. Organize sanayi bölgelerinde endüstri bölgelerinde, artık çelik endüstrine adanmış bir bölgede, bunların engelleyici olmaması lazım. Burada ortaya çıkabilecek ağaç kayıplarının misliyle başka yerlerde yapılacak dikimlerle dengelenmesi sağlanabilir. Hem sanayileşmenin önünde engel olmayacak, hem de zeytin üretme kapasitemizi zarara uğratmayacak çözümlerin geliştirilmesini istiyoruz. Bunun ön yargılara değil de, pragmatik, sonuca odaklı bir üslupla yönlendirilmesine ihtiyacımız var.
İzmir özelinde Dikili ve çevresinin sizin sektörünüz özelinde daha da yatırıma odaklı cezbedici bir hale gelmesi için yapılması gereken nedir?
Orada yatırım yapılabilir alanların oluşturulup özel sektöre sunulması lazım. Ege bölgesi liman imkânları sebebiyle, yatırımcı için güzel olanaklar sunuyor. Ancak bir taraftan teşvik ederken, diğer taraftan zeytin ağacı mevzuatı, orman mevzuatı gibi yatırımları sınırlayan şartların değiştirilmesine ve ekonomik gelişmeyi olumsuz yönde etkileyen, gerçek anlamda koruma getiren bir yapının oluşturulmasına ihtiyaç var.