Sun Grup Şirketleri Kurucu Ortağı Günseli Ünlütürk ile hazır giyim sektöründe 6 makine ile başlayan, bugün yaklaşık 2 bin kişiye istihdam sağlayan bir grubun başarı öyküsü üzerinden sürece ışık tuttuk.
Türkiye’de iş kadını olmayı, STK’larda proje üretmenin önemini, bir markanın yaşaması için sürdürülebilirlik ve insan kaynağının önemini, yaşayan bir aile anayasası oluşturmanın ipuçlarını konuştuk.
Türkiye’de kadınların daha fazla yönetim kademesinde olması için fırsat eşitliğine odaklanılması gerektiğini belirten Ünlütürk, bunun için de bir ana stratejiye ihtiyaç olduğuna vurgu yaptı. ESİAD, TARKEM ve TAİDER başta olmak üzere birçok sivil toplum kuruluşunda aktif olarak görev yapan ve “Proje olmadığı zaman heyecanlanamıyorum” diyen Ünlütürk, STK’ların hedeflerine uygun kurumlarla ve birbirleri ile işbirliği yapması projeler üretmesi ve kapsayıcı olmaları gerektiğinin altını çizdi.
Sizi tanıyabilir miyiz?
1957 doğumluyum. İlkokulu Lüleburgaz’da, ortaokulu Ankara’da liseyi İstanbul Robert Koleji’nde okudum. Üniversite eğitimimi ODTÜ’de Metalurji Mühendisliği alanında aldım. Bu alan, o yıllarda, çalışma koşulları nedeniyle kadınların tercih etmediği bir bölümdü. 1979 yılında üniversiteden mezun oldum ve evlenerek İzmir’e yerleştim. İzmir’de ilk olarak iki zamanlı motor üreten bir fabrikada malzeme mühendisi olarak laboratuvar şefi göreviyle işe başladım.
Tekstil sektörüne giriş nasıl oldu?
Eşim İzmirli idi. Ankara’da ODTÜ’de farklı bölümlerde okumuş olsak da Halk Bilimleri konusundaki çalışmalarda tanıştık. Hep kendi işimizi yapmak istiyorduk. Ancak eğitim gördüğümüz konular bir iş kurmak için yoğun sermaye gerektiriyordu. Ankara’da bir firmadan tekstil ile ilgili iş teklifi alınca bu alana yöneldik. Tekstil işi o dönemde sermayesiz yapılabilecek bir işti. Bizim de o dönemde diplomalarımızdan başka hiçbir sermayemiz yoktu. Dolayısıyla iş öğrenmemiz gerekiyordu.
Tek sermayeniz diplomanız mıydı?
Evet. Çünkü ben diş doktoru bir babanın, Şükrü de teknisyen bir babanın çocuğu idi. O nedenle sermayesiz işe başlamak zorundaydık. Aslında tekstil sektörü ile ilk tanışmamız Ankara’da oldu. İkimiz de Ankara’da kazak işi yapan bir işletmenin farklı bölümlerinde işe başladık. 1987 yılında İzmir’e döndük. İzmir’de de kendi işimizi yapma kararı aldık. Şemikler’de 6 makinesi olan küçük bir atölyede kurarak işe başladık.
“Zamanlama önemli” dediniz. Planlama, yabancı dile hâkimiyet ve olaylara mühendislik hassasiyeti ile bakabiliyor olmak ne ölçüde etkili oldu?
Burada en önemlisi biz birlikte hareket ediyorduk. Ailecek hareket etme ve aynı hedefe yürümek önemli idi. Daima ortak hedefler belirledik ve ilerledik.
Ailede herkesin farklı becerileri vardı ve bu becerilerimizi iyi kullandık.
Eğitim, cesaret, konjonktür ve yabancı dile hakimiyet bunlar o gün için avantaj getirdi. Bugün için çok önemli olmayan bazı ayrıntılar o gün için en büyük avantajlarımız idi. Daha iyisini nasıl yapabiliriz hep buna baktık. Biz her zaman bugünün doğrusunun yarın doğru olmayacağını düşünen bir yapıda idik. Çok çalıştık ama ayni zamanda şanslıydık.
Sun Tekstil’in Aile Anayasası özelinde ikinci kuşağın üniversite eğitimi almadan, 5 yıl boyunca başka kurumlarda çalışıp terfi almadan şirkete dahil olamıyor. Bu prensip kararlarının kuruma etkilerini birlikte analiz edebilir miyiz?
Firmalarımızın paydaşları olarak çalışanları, tedarikçileri, hissedarları ve yaşadığımız toplum var. Firmalarımız artık sadece hissedarların değil tüm paydaşların diye düşünüyoruz. Önemli olanın aile ile şirketin doğru bir kombinasyonunu bulup tüm paydaşların mutlu ve şirketlerin de sürdürülebilir olması. Önümüzdeki örnekler bize çok yol gösterdi. Genellikle aile şirketlerinin çok iyi başlayan hikâyeleri verimsiz sonuçlarla veya parçalanmalarla bitiyordu. Şirketin sağlıklı olması için “Aile bireylerinin şirketle olan ilişkisini kurumsallaştırmak gerekiyordu. Biliyorsunuz Sun Grup 2 kardeş aileden oluşuyor. 3 tane çocuğumuz var. Biz 5 yıl işe gelmeme modelini oğlumuza uyguladık. Her yıl aile meclisinde tekrar her şey tartışmaya açılabiliyor. Oğlum 5 yılın uzun bir süre olduğunu ifade etti. Bu bizim için de bir tecrübe idi. Bunun üzerine Aile Anayasası’nda değişiklik yaptık.
Aile anayasası ilk yazıldığı gibi kalmadı.
Anayasamız yaşayan bir anayasa, “Yazdık, bitti” diye bırakmıyoruz. Her şey hızla değişiyor, bu sebeple anayasamızda her yıl gözden geçiriliyor.
İkinci kuşağın hepsi işe dâhil oldu mu?
Bizim oğlumuz ve kızımız grup bünyesinde görev yapmaya başladı, 2. neslimizin en genç üyesi henüz grup dışında çalışıyor.
Bizde herkes işe gelip gelmemekte veya istediği eğitimi almakta özgür. Mesela bizim oğlumuz finans sektöründen geliyor, Kanada’da finans sektöründe çalıştı, sonra şirkete geldi. Kızımız online ve marka yönetimi konusunda görev aldı. Dolayısıyla bizim ailede isteyenin istediği mesleği özgürce seçme şansı var. 2. nesilin en genç üyesi İstanbul Modern’de yönetici olarak çalışıyor. Zorunluluk yok ama gelmelerini tabii ki arzu ediyoruz.
Sun Tekstil, Turquality kavramını İzmir’e getiren ilk firmalardan. Ar-Ge merkezi özeline baktığımızda hatırı sayılır bir yatırım ile ilk olma özelliği, teknik tekstil özelinde aynı şekilde öncü olma çabası var. Bu öncü olma çabasının size geri dönüşleri nasıl oldu? Sizden, başka hangi ilkleri göreceğiz?
Mutlaka çevremize ve toplumumuza bir şekilde fayda sağlamalıyız. Tabii bunu iş platformuna taşıdığımız zaman hep yenilikçi, öncü olmak, sürekli değişim ve rekabetçilik, geleceği tahminlemek ve bilgiyi paylaşmak, yol gösterici olmak gibi bir misyon üstlendik.
Çoğunlukla hepimiz çeşitli STK’lar da görev alıyoruz ve bu birikimlerin hepsini paylaşmayı çok seviyoruz. Sun Grup şayet etrafına ışık veriyorsa ve ekosistem yaratabiliyorsa o zaman bir değeri var.
Bugün çok değerli olan bir şey, yarın herhangi bir şey haline gelebiliyor. Dolayısıyla hep bir sonraki aşamayı ve müşterisini merkezine almayı her firmanın öğrenmesi gerekiyor. Sun Grup’ta genç ve yaratıcı çalışanlarımız var. Gençlerle birlikte çok daha yenilikçi ve ileriye dönük yeni projeler yapılabilir diye düşünüyorum. Ana eğitim sistemimiz şu anda maalesef bu yapıları desteklemiyor. Burada görev şirketlere düşüyor. Şuna inanıyoruz ki; şayet herhangi bir firma herhangi bir ülke olmak istemiyorsak mutlaka bir sonraki aşama için yenilikçi fikirler üretmek ve eyleme koymak zorundayız.
Biz mühendislik genetiği ağır basan bir grubuz, konularımız daha çok verimlilik, süreç tasarımı, yenilikçi ürünler, dijitalleşme üzerine oluyor. Dolayısıyla da her an Ar-Ge merkezinde mutlaka yeni çalışılan, heyecan verici projeler var. İçinde bulunduğumuz pandemi döneminde firmalarımızdan birinde özellikle sağlık çalışanlarını koruma üzerine düşünülmüş bir kabin projesi yapıldı. O tamamen sağlık çalışanlarının kolay enfekte olmaması açısından düşünüldü, hızlıca gerçekleştirildi ve pandemi hastanelerine sevk edildi. Grubun hızlı adapte olma gibi bir özelliği var.
Tekstil sektöründe kadın yöneticisiniz. Sektörde 1 milyon istihdam var ve son raporlara göre bunun yüzde 40’ı kadınlardan oluşuyor. Oran kötü değil ama bu kadınlarımızın iş hayatında daha fazla güçlendirilmesi için yapılması gerekenler neler? Bu konudaki karnemizi siz nasıl yorumlarsınız?
Dediğiniz doğru, sayı olarak kadın istihdamı sektör özelinde kötü gözükmüyor ama dönüp alt başlıklara baktığınız zaman kadın işgücünün az eğitim gerektiren işlerde yoğunlaştığını görüyoruz. Bizim sektörümüz kadın yoğun bir sektör, bu nedenle kadınların kariyerlerinde yükselme olanağının rahat olduğu bir sektör. Burada iki taraflı bakmak lazım. Bazen kadınlar gerçekten savaşı erken bırakabiliyorlar.
O zaman burada önemli bir mesaj var. Biz kadınlar savaşı erken bırakmamalı mıyız?
Savaşı erken bırakmamalı, kadınlar çoğu zaman eşit başlangıçlarda olamıyor. Ve bu ayrım aileden başlıyor. Kadınlar hem yol açmak hem de açılan yolları iyi değerlendirmek için çabalamalılar, şirket veya toplumun başarısı eşitliktedir.
Örneğin…
İkincil olan işlerin hemen hemen hepsi ne kadar eğitimli olursa olsun kadınların sorumluluğunda. Kadınların iş hayatı için kreşler çok önemli. Ama bunun yanında bizlerin de kadınlar olarak toplumda daha çok rol üstlenmemiz gerekiyor. STK’larda olsun, iş hayatında olsun iyi birer rol model olmalıyız. Çünkü gerçekten iyi rol modeller olduğu zaman ‘bende yapabilirim’ motivasyonu oluyor. Bütün bunların üstesinden gelmek için de iki cinsiyetin bir arada fırsat eşitliği için savaşması lazım. Toplumda ve şirketlerde cinsiyet eşitliği sağlanmaz ise başarılı olmak mümkün değildir.
Sizin grup bünyesinde bu oran nedir?
Grubun tamamında kadın-erkek oranı yüzde 50, yönetici ekibimize baktığınızda yüzde 55’i kadınlardan oluşuyor.
Türkiye’de kadınlarla ilgili birçok dernek ve onların gerçekten güzel çalışmaları var. Ancak bu projeler hep lokal ve parça parça yapılıyor. Rahmetli Mustafa Koç’un Meslek Lisesi Memleket Meselesi Projesi vardı. Bu projenin devamı geldi, sonrasında ciddi yansımaları oldu. Kadına ve kadının istihdamda güçlenmesine yönelikte böyle bir çatı projeye ihtiyaç yok mu? Lokal çalışmalar yerine daha büyük düşünmek gerekmiyor mu?
Önemli olan kadınları yönetim seviyelerine daha fazla taşımamız gerekiyor. Siyasi hayatta da daha fazla görmeliyiz. Bunun için de ana bir stratejiye ihtiyaç var. Gerçekten kadınları yüreklendirmeliyiz. Hepimiz çok çalışmalıyız.
Ana süreci başlatmak için tüm bileşenler birlikte yapıyı kurmalı. Bizim mikro ölçekte yapabileceğimiz kadın yöneticilerin daha iyi yetiştirilmesi, daha üst düzeylere taşınması, iyi örnekler ortaya çıkarmamız gibi sorumluluklar yüklenebiliriz. Bu konuyu aşırı derecede önemsiyorum. Kadın olarak değil tüm insanların eşitliği olarak bakılmasının doğru olduğunu düşünüyorum. Bu konuyla ilgili işbirliklerinin önemli olduğuna inanıyorum.
STK’larda oldukça aktif birisiniz. Sizi ESİAD, TAİDER, TARKEM ve kendi sektörünüzle ilgili alanlarda görüyorum. STK özelinde Türkiye’nin karnesi ne durumda?
Hangi konuda çalışırsa çalışsın STK’ların çok önemli olduğuna inanıyorum, mutlaka güçlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Hepsi gönüllülük esasına göre çalışıyor, bu sebeple çok değerli.
STK’larda verimlilik, devamlılık, projelerin uygulanabilirliği kavramları önemli. Türkiye’deki STK’lara baktığımda maalesef ki “İş bağlayayım, çevre edineyim” kavramıyla limitlenip kalmış bir mantık var. Bunu bir çıta yukarıya çıkartmak için ne yapılabilir? STK’ların devamlılığı, verimliliğini ve projelerdeki etkinliğini artırmak için yapılması gerekenler neler?
STK’ların hedeflerine uygun mutlaka iş birliklerine gidip birtakım projeler yapması lazım. Dediğiniz gibi hedefleri benzer olan bir dolu STK var. Proje bazında bir araya gelebilirler ve geliyorlar.
Üniversite ve STK beraberliği, STK ve STK beraberliği, STK ve özel sektör beraberliği gibi. İş birliklerini çoğaltıp fayda kısmını artırmamız lazım .
Proje olmadığı zaman heyecanlanamıyorum. Proje olduğu zaman bir heyecan veriyor çünkü bir hedefiniz, bir yol haritanız ve sonucunuz var. Bunlar olduğu zaman heyecanlanıyorsunuz. Mesela TARKEM de öyle bir proje.
TARKEM Tarihi Kemeraltı’na odaklı, bölgenin tekrar yenilikçi bir bakış açısı ile canlanması için uğraşıyor. Bugünlerde TARKEM’in ilk projesi Mavi Kortejo hayat bulmak üzere, ayrıca Kemeraltı Bölgesi’nin Unesco’nun geçici Dünya Mirası Listesi’ne girdi. Bunlar çok heyecan veriyor. Tam Covid 19 Pandemi’nin ortasındayız. Ama hedefler var ve o hedeflerin gerçekleşmesi heyecan verici, motive edici.
Aynı zamanda TAİDER(Aile İşletmeleri Derneği) Kuzey Yıldızı Sürdürülebilirlik Projesi de çalışmaktan keyif aldığım bir proje, firmaların güçlü ve zayıf yönlerini içeren sonuç raporu sunuyor ve ödül süreci ile taçlandırıyor,son derece heyecan verici bir proje.
İzmir’deki işletmelerin yüzde 80-85’i KOBİ’lerden oluşuyor. Bu işletmelere sürdürülebilirlik açısından “Şu başlıklara dikkat edin” dediğiniz hususlar neler?
Ölçmeden bir şeye başlamak mümkün değil. Bir şeyi ölçerseniz öncelikli süreçleri görürsünüz. İnsan kaynaklarını çok önemli buluyorum, önümüzdeki dönemde en önemli şey. İnsan, daha nitelikli insan ve dijitalleşme.
Çünkü bugünün işleri evrilecek. Korona sürecinde hep birlikte dijitalleştik, uzaktan çalışmayı öğrendik. Yaşamda ufacık bir virüs büyük değişiklikler yaptı. Bundan sonraki çalışmaların içerisinde böyle risklerde olacak. İşletmeler belki pazarını çeşitlendirecek. Herkes bu dönemi günlük çözümler dışında fırsat penceresinden de değerlendirmeli, geleceğin nasıl şekilleneceğini düşünmeli.
Bu süreçte iş yapış şekilleri, pazarlama yöntemleri değişiyor. Türkiye’ye yansıması nasıl olacak?
Bence uzaktan çalışma yöntemlerinin kullanımı artacak. Toplantılar uzaktan yapılacak ve iş seyahatleri azalacak. Online alışveriş artacak diye düşünüyorum. Dijitalleşme hızlanacak.
Bu kadar yoğun tempoda boş zamanlarınızda ne yapıyorsunuz. Çocuklarla ortak hobileriniz var mı? Günler nasıl geçiyor?
Şanslı bir şekilde ortak hobilerimiz var. Yelken, kayak, müzik, dalmak gibi… Bazen doğa yürüyüşlerine gidiyoruz. Pandemi sırasında da online yoga yapıyoruz. Gençliğimizden kalma halk oyunları hobimiz var.
BELİRSİZLİKLERİN KENDİNİZİ AŞAĞI ÇEKMESİNE İZİN VERMEYİN
Genç üyelerimize vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Hiçbir zaman ortamın verdiği belirsizliklerin sizi aşağı çekmesine izin vermeyin. En korkutucu şey insanın korkular içerisinde olup gelecekle ilgili hedeflerinden vazgeçmeleri ve ümitsizliğe kapılmalarıdır. Bu dönemi kendilerini daha iyi tanıyıp, hedeflerini netleştirmeleri, eksik yetkinliklerini tamamlamak için bu dönemi kullanmalarını öneririm. Bu bir yabancı dil olabilir veya kişisel gelişim, mesleki gelişim konuları olabilir.
Bu süreç beraberinde düşünemediğimiz ekstra bir zaman hediyesi verdi. Ben İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 2. sınıfta okuyorum. Şu anda dünyanın en iyi eğitmenleri online eğitimler veriyor. Bu tür fırsatlarından yararlanmak mümkün.