Tüm dünya pandemi ile mücadele sürecinde zor bir sınavdan geçiyor. Sağlık ve ekonomi alanında kartların yeniden dağıtıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Böylesi bir ortamda mutlu olmak mümkün mü? Mümkün ise bunun formülü nedir?
Bu hafta TİCARET Sohbetleri köşemin konuğu Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Liderlik Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Türker Baş oldu. “Joy.ology: The Chemistry of Happiness” başlıklı kitabı Amazon’da en çok okunan iş kitapları arasına girdi. Prof. Baş ile Türkiye’nin mutluluk karnesini çıkardık.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Galatasaray Üniversitesi İşletme Bölümü Öğretim Üyesi ve Liderlik Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürüyüm. Son yıllarda ağırlıklı olarak “Mutluluk” konusu üzerinde çalışıyorum. “Joy.ology: The Chemistry of Happiness” başlıklı kitabım Amazon’da en çok okunan iş kitapları arasına girdi. Geçtiğimiz yıl Galatasaray Üniversitesi’nde 37 konuşmacının katılımı ile 3 gün süreli Joy.ology Talks Mutluluk Zirvesi düzenledik. Bu yıl Covid-19 nedeniyle yapamadığımız European Happiness Summit’i 2021’de İstanbul’da gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Ayrıca Galatasaray Üniversitesi MBA Programı’nda “İşyerinde Mutluluğun Temelleri” başlıklı bir ders veriyorum.
Türk toplumu olarak mutlu muyuz?
Yapılan anketlerde sürekli olarak en mutsuz toplumlar arasında yer alıyoruz. Örneğin, Birleşmiş Milletler 2019 Yılı Dünya Mutluluk Raporu’nda 79’uncu sıradayız. Ancak anketlerin gerçeği tam olarak yansıtmadığını düşünüyorum. Çünkü bizde bir şikâyet etme kültürü var. Birine “Mutlu musun?” diye sorduğunuzda önce onu mutsuz eden şeyleri anlatmaya başlıyor. İkincisi yine kültürel olarak “mutluyum” dediğimizde, içgüdüsel olarak iyi olan gidişatın bozulacağını düşünüyoruz. Hep derler ya “Çok güldük başımıza kötü bir şeyler gelecek” diye… O nedenle anket sonuçlarının geçerliliği konusunda şüphelerim var. İnsanları gözlemlediğimde ise, fabrika, market, kafeteryalarda düşük ücretlerle çalışan insanların dahi, gün içinde eğlendiklerini, içinde bulundukları olumsuz şartlarda dahi mutlu olmayı başardıklarını görüyorum. O nedenle Türk toplumunun diğer toplumlarla karşılaştırıldığında ilk 10’a gireceğini düşünüyorum.
MUTLULUĞU TANIMLAMADA HATA YAPIYORUZ
Mutluluk kavramını tanımlamada hata mı yapıyoruz?
Kesinlikle evet. Ve bu hatalı tanımlar bizi mutsuzluğa mahkum ediyor. Örneğin, pek çok kişi mutluluğu “başarı”, “para”, “kariyer”, “şöhret” gibi kavramlarla özdeşleştiriyor. Bunlara sahip olduklarında onları mutsuz eden tüm sorunların kendiliğinden yok olacağına inanıyorlar. Diğer yandan onların “mutluluk tanımlarını” gerçekleştiren pek çok insanın, (bunlara sinema sanatçıları, mankenler, piyango talihlilerini içinden binlerce örnek bulabiliriz) mutsuzluğu antidepresanlarda aradıklarını görmüyorlar ya da görmek istemiyorlar. Çünkü gerçek mutluluk için diğer insanlara zaman ayırmak, güçlü ilişkiler kurmak, değer yaratmak, topluma katkı sağlamak gerekiyor. Kısacası eğer uzun vadede mutlu olmak istiyorsak tanımımız “almak” üzerine değil “vermek” üzerine kurmalıyız. Çevrenizdeki mutlu ve mutsuz insanları gözünüzün önüne getirin. Alıcı olanların sürekli iniş çıkışlar yaşadıklarını, verici olanların ise iç huzuru ve sürdürülebilir mutluluğu yakaladıklarını göreceksiniz.
“Mutluyum” söylemi bazen bir maskeleme yöntemi olarak da kullanılıyor. Türk insanında bu süreçte gözlemledikleriniz neler oluyor?
Harvard Üniversitesi Profesörü ve Mutluluk Üzerine Çeşitlemeler kitabının yazarı Prof. Dr. Dan Gilbert bu durumu “psikolojik bağışıklık sistemi” olarak adlandırıyor. Bu durum özellikle kişinin seçim yapma, içinde bulunduğu şartları değiştirme imkânı olmadığı durumlarda yaşanıyor. Bu sistem sayesinde içinde bulunduğumuz olumsuz duruma tahammül edebiliyoruz.
Örneğin; sürekli stres altında çok uzun saatler boyunca çalışan, bu tempo nedeniyle, sağlıkları, aile ilişkileri zarar görmüş olan yöneticiler tanıyorum. Buna rağmen sürekli gülümsüyor, sürekli çevreye ve kendilerine “mutlu insan” mesajı veriyorlar.
Türk toplumunda şikayet etme hatta bir anlamda mızmızlanma kültürü ön planda. Eğitim sistemimiz özelinde irdelediğimizde çocuklarımızı hayata nasıl hazırlamalıyız?
Şikâyet etme ve mızmızlanmamızın sebebi yetiştirilme şeklimizden kaynaklanıyor. Çocuklarımızın benliğine, yeteneklerine saygı duymuyoruz. Sürekli “Sen henüz yapamazsın!” mantığı ile hareket ediyoruz. Her şeyi onlara hazır sunuyoruz. “Arabasını ben aldım”, “Evini ben aldım” demekten büyük mutluluk duyuyoruz. Kısacası onların gelecekte “mutsuz” olmaları için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Bunun sonucunda çocuklarımız hayatın merkezine kendilerini koymuyor, sürekli çevrelerinden bir şeyler bekliyor ve davranışlarının sorumluluğunu almıyorlar. Olumsuzluk yaşadıklarında bu durumu nasıl değiştiririm demek yerine, dışarıda suçlayacak birilerini arıyorlar. Onları mutsuz eden faktörlerle yüzleşmek yerine, dışarıdan birilerinin onları mutlu etmesini bekliyorlar. Bu nedenle eğitim sisteminden önce çocuklarımıza bakış açımızı ve onları yetiştirme şeklimizi sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum.
Sosyal medyanın Türk insanını mutlu olma sürecindeki etkisini değerlendirir misiniz?
Sosyal medyanın mutluluk üzerinde son derece yıkıcı etkileri var. Çünkü sosyal medya bizleri kendimiz için değil başkaları için yaşamaya teşvik ediyor. Örneğin, arkadaşlarla akşam yemeği için bir araya geliyoruz. Fotoğraf çekme ve paylaşma derdine yemekler soğuyor. Ardından kaç beğeni oldu, kim beğendi kim beğenmedi sohbeti başlıyor. İnsanlar bir türlü anda kalıp yemeğin, fiziksel olarak bir arada oldukları arkadaşlarının tadını çıkartamıyorlar. Başkaları için değil, kendimiz için bir araya geldiğimizi unutuyoruz. Herkes elinde telefon kendi alemine dalıp gidiyor. Bu nedenle Instagram ve Facebook hesaplarımı kapattım. Bir şeyin yanlış olduğunu söylüyorsam, başta kendimin kullanmamam gerektiğini düşünüyorum.
Refah düzeyi özelinde baktığımızda kalkınmasını tamamlamış ülkelerdeki insanların mutlu olduğunu görüyoruz. Bu özelde mutluluk ile ekonomik kalkınmışlığı birlikte irdelediğimizde nasıl bir tablo ile karşılaşıyoruz?
Öncelikle bir kişinin mutlu olabilmesi için belli bir gelir düzeyini yakalaması gerekiyor. Temel ihtiyaçlar ile ilgili sorun yaşamamalı. Bu durum ülkemizde dört kişilik bir aile için aylık ortalama 12 bin TL gelire karşılık geliyor. Eğer bunun altında bir gelire sahipseniz, mutsuz olmak için “haklı nedenleriniz” olacaktır.
Bunun dışında The Spirit Level kitabının yazarı Richard G. Wilkonson’un araştırmaları toplumların mutluluğunda toplumların GSMH’ları yani gelir düzeylerinden çok bu gelirin nasıl dağıtıldığının belirleyici olduğunu gösteriyor. Kısacası bir toplumda gelir düzeyi değil, gelir eşitliği arttıkça mutluluk artıyor. İskandinav ülkelerindeki insanların daha mutlu olmaları, bu ülkelerdeki sosyal devlet anlayışı ve milli gelirin daha eşit paylaşılmasından kaynaklanıyor.
İş hayatı özelinde mutluluk kavramına baktığımızda Türk insanı işinde ve işyerinde mutlu mu? İş tercihi ve işyeri seçiminde Türkiye’deki çalışanın karnesi nedir?
Daha üniversite tercihinden itibaren başkalarının tercihleriyle yaşıyoruz. Çalışacağımız işyerini seçerken de bu durum değişmiyor. Hayallerimizi gerçekleştirecek, bizi mutlu edecek iş yerlerini değil, statümüzü yani başkalarına göre görece konumumuzu yükselteceğini düşündüğümüz iş yerlerini tercih ediyoruz. Daha sonra sırf dışarıya karşı olan görüntümüzü – imajımızı korumak adına sevemeyeceğimiz bir işte çalışıyor, mutluluğumuzdan vaz geçiyoruz. Bunun için işyeri seçiminde karnemizin iyi olduğunu söyleyemeyeceğim.
İşyerinde mutluluk kavramını tanımlayabilir miyiz? Türkiye’deki işletmelerin büyük bölümünü KOBİ’lerden oluşuyor. Bu konuda KOBİ’lerimizin karnesi nedir? Personel mutluluğunu düşünüyor mu?
Araştırmalar işyerinde mutluluğun başarı, gurur ve güven duygularından oluştuğunu gösteriyor. Bunlardan, Prof.Dr. Mihaly Csikszentmihalyi ve arkadaşları 37 ülkeyi kapsayan araştırmada; Dominikli keşişlerden, büyük şirketlerin CEO’larına, Navajo çobanlarından, kamu çalışanlarına kadar 8 binden fazla insanın kendilerini MUTLU hissettikleri anları mercek altına alıyorlar. Bu şekilde çalışma şartları, işin türü ve kültürden bağımsız bir “Mutluluk Tanımı” oluşturmaya çalışıyorlar. Araştırmalarının sonunda insanların mutluluğunun zirve yaptığı (çevreleriyle olan ilişkilerini kestikleri, hatta yemeyi, içmeyi bile unuttukları) anları AKIŞ olarak adlandırıyorlar. Ayrıca bir kişinin AKIŞ’ı yaşayabilmesi için; (1) Kendisi için anlamlı bir iş yapması, (2) Yaptığı işte tüm potansiyelini kullanması, (3) Elde ettiği sonuçları/katkısını görebilmesi ve (4) İşini yaparken yeni şeyler öğrenmesi, kendini geliştirmesi, kısacası BAŞARIYI hissetmesi gerektiğini görüyorlar.
Aslında yaptığımız işin niteliğine bağlı olarak gün içinde hepimiz az ya da çok AKIŞ anları yaşarız. Peki, akıştan çıktığımızda ne olur? Başarı hissinin verdiği mutluluğu sürdürmek, hatta katlamak için neye ihtiyaçları duyarız? Cevap son derece basit: Başkalarının başarımızı görmesi ve takdir etmesini bekleriz. Kendimizi iyi hissedebilmek için başkalarının onayına ihtiyacımız olduğu düşüncesi her ne kadar bizi rahatsız etse de maalesef beynimiz böyle çalışır. Sosyal medya platformalarındaki beğen butonları insanoğlunun takdir edilme ihtiyacını karşıladığı için milyar dolarlık Facebook, Instagram gibi şirketler ortaya çıkmıştır. Benzer şekilde işyerindeki başarılarımızın yöneticimiz, çalışma arkadaşlarımız ve yakın çevremiz tarafından onaylanması bizi mutlu eder.
Bu açıklamaları duyduktan sonra, iş dünyasının “Başarı” ve “Gurur” ile sınırlı olmadığını, bir şeylerin eksik kaldığını düşünebilirsiniz. Haklısınız. Tam 75 yıl süren dünyanın en kapsamlı mutluluk araştırması Başarı ve Gurur hislerinin kalıcı bir mutluluk yeterli olmadığını ortaya koyuyor.
1939-2018 yılları arasında yapılan araştırmada, çok geniş bir ekip, Harvard Üniversitesinde okuyan 268 öğrenci ve Bostan’ın düşük gelirli semtlerinde büyüyen 456 genci 79 yıl boyunca izliyor. Örneklem içersinde biri ABD Başkanı olmak üzere, uyuşturucu satıcılarından, dev şirketlerin CEO’larına, şizofrenlerden, bilim adamlarına kadar çok farklı profiller yer alıyor. Araştırmacılar bu kişileri 6 ayda bir ziyaret ederek mutluluk düzeylerinin yanı sıra, aile yapıları, yaptıkları işler, sosyal ilişkileri, sağlık kayıtları hakkında bilgi topluyorlar. Bu şekilde mutluluk ve mutsuzluğa etki eden faktörleri tanımlamaya çalışıyorlar. Çalışmanın ilk aşamalarında başarı, para, statü gibi değişkenler ön plana çıksa da, ilerleyen dönemlerde milyarlarca dolara hükmeden dev şirket sahiplerinin ya da herkesin imrendiği ünlülerin, orta gelirli insanlar kadar mutlu olamadıklarını görüyorlar. Bu kişilerden sadece çevresindeki insanlarla sağlıklı ilişkiler kurabilenler sürdürülebilir mutluluğu yakalayabiliyorlar. Özetle, başarı ve gurur hisleri mutluluğumuz için önemli olmakla birlikte bu hislerin kalıcı kılabilmek için güven veren ilişkilere sahip olmamız gerekiyor.
Şimdi işyerinde size verilen hedefleri tutulduğunuzu, hatta fazlasını gerçekleştirdiğinizi düşünün. Toplantıda yöneticiniz sizi kutluyor, ancak çalışma arkadaşlarınız sizi alaycı gülümsemelerle alkışlıyor. Böyle bir durumda kendinizi iyi hissedebilir misiniz? Evet “Başarı” ve “Gurur” ancak güven veren ilişkilerin olduğu ortamlarda bizi mutlu ediyor ve elde ettiğimiz mutluluk kalıcı oluyor.
KOBİ’lerin karnesine gelince yapılan işin niteliğine göre değişiyor. Örneğin start-up’larda yeni benzersiz işler yapmanın mutluluğu, büyümenin getirdiği heyecan, çalışanlar arasındaki yoğun iletişim nedeniyle mutluluğun zirve yaptığını görüyoruz. Ancak fason üretim yapan KOBİ’lerde durum tam tersi. İnsanlar düşük ücretlerle, rutin işler yaptıklarından başarıyı ve gururu hissedemiyorlar. Burada patronlara, yöneticilere büyük sorumluluk düşüyor. Ancak çok azı bu sorumluluğu almaya istekliler. Pek çoğu maaş ödemenin yeterli olduğunu düşünüyor.
YÖNETİCİLER KENDİ HATALARINI ÇALIŞANLARA YÜKLEME ALIŞKANLIKLARINI SÜRDÜRÜYORLAR
İşveren – çalışan ilişkisinin dinamikleri eskiden neydi şimdi ne?
Çalışan lehine olumlu bir gelişme var. Ancak maalesef istenen düzeyde değil. Çünkü yöneticiler kendi hatalarını çalışanlara yükleme alışkanlıklarını sürdürüyorlar. Örneğin; şirket hatalı bir strateji nedeniyle zarar eder, pazar payı küçülürse, ilk akla gelen çözüm personel maliyelerini kısmak oluyor. Yine koronovirüs gibi süreçlerde işten çıkartmalar gündeme geliyor. Kısacası olumsuzluğun türü ve kaynağı ne olursa olsun fatura çalışanlara kesiliyor. Bunun tersini yapan işletmelerin uzun vadede kazandığını görüyoruz. Ancak bizde çok az işveren uzun vadeli düşünüyor. Temel anlayış günü kurtarmak olduğunda da işveren – çalışan ilişkisinin dinamikleri istenen düzeye bir türlü gelemiyor.
Çalışan aidiyetinin sağlanmasındaki en önemli etken nedir? Bu konuda gördüğünüz artılar ve eksiler neler?
Çalışanların aidiyetinin sağlanmasında en önemli etken güven duygusudur. Örneğin yıllar yılı çalışanlarına ortalamanın altında ücret ödediği bilinen bankalar vardır. Ancak yine de bu bankalarda çalışan insanlar, dışardaki pek çok cazip fırsatı görmezden gelirler. Bu nedenle aidiyet = güven diyebiliriz.
Ancak güvenin yıllar içerisinde çok yavaş oluşan ve tek bir ters davranışla tamamen yok olabilen bir duygu olduğunu unutmamak gerek. Bu çerçevede Covid-19 sürecinde şirketlerin tam bir güven testinden geçtiğini söyleyebiliriz.
Kendini işletmesine ait hisseden mutlu bir çalışanın verimi ve yaratıcılığı şirkete ne katar? Aksi nelere sebep olur?
The Happiness Advantage kitabının yazarı Shawn Achor Harvard Üniversitesi’nde 12 yıl boyunca yaptığı çalışmalar sonrasında mutlu insanların daha verimli ve yaratıcı olduğunu kanıtlıyor. Çünkü insanlar mutlu olduklarında bir zihinleri daha iyi çalışıyor, iki daha fazla risk alabiliyorlar. Tersinde durumda ise, kaygı hissi sağlıklı düşünmelerini önlüyor, en basit riskleri dahi alamadıkları için potansiyellerini kullanamıyorlar.
Yeni dönemde büyüyen ve karlılığının artıran şirketlerin personel verimliliği konusundaki sırrı ne?
Tüm dünyada her yıl En İyi İşverenleri ödüllendiren Great Place to Work şirketi, çalışanlara uyguladığı Güven Endeksi Anketi’nden 70 ve yukarı alan şirketlerle, Russell 1000 endeksinde yer alan şirketlerin son 20 yıldaki borsa değerlerindeki artışı inceliyor. Sonuçlar Güven Endeksi anketinden 70 alan şirketlerin karlılıklarının 3 kat daha fazla olduğunu ve bu şirketlerin krizlerden sonra çok hızlı toparlandıklarını gösteriyor. Buradan çalışanlara güven vermenin yeni dönemde büyüme ve karlılığın sırrı olduğunu söyleyebiliriz.
Koronavirüs sürecinde iş hayatı ve mutluluk başlığındaki gözlemleriniz ve tecrübeleriniz neler oldu?
İnsan olarak sosyal varlıklarız. Yalnız başına başarabiliriz, fakat gurur ve güven hisleri için diğer insanların varlığına ihtiyacımız var. Bu dönemde insanlar bu duyguların eksikliğini derinden hissettiler. Özellikle yalnız yaşayanlar süreçten çok olumsuz etkilendiler. MBA öğrencilerimle yaptığım derslerde bu durumu çok net gözlemliyorum. Pek çoğu iş yerlerini, çalışma arkadaşlarını özlediklerini ifade ediyorlar.
SATIR BAŞLARI…
• Türk toplumunun diğer toplumlarla karşılaştırıldığında mutluluk sıralamasında ilk 10’a gireceğini düşünüyorum.
• Gerçek mutluluk için diğer insanlara zaman ayırmak, güçlü ilişkiler kurmak, değer yaratmak, topluma katkı sağlamak gerekiyor.
• Uzun vadede mutlu olmak istiyorsak tanımımız “almak” üzerine değil “vermek” üzerine kurmalıyız.
• Sosyal medyanın mutluluk üzerinde son derece yıkıcı etkileri var.
• İşyeri seçiminde karnemizin iyi olduğunu söyleyemeyeceğim.
• Toplumda gelir düzeyi değil, gelir eşitliği arttıkça mutluluk artıyor.
• Yöneticiler kendi hatalarını çalışanlara yükleme alışkanlıklarını sürdürüyorlar.
• Başarı ve gurur hisleri mutluluğumuz için önemli olmakla birlikte bu hislerin kalıcı kılabilmek için güven veren ilişkilere sahip olmamız gerekiyor.