Ankara Sanayi Odası(ASO) Yönetim Kurulu Başkanı Nurettin Özdebir, Merkez Bankası’nın imalatçı firmaların belli kriterlere göre bankalardaki borçlarını satın almasını önerdi. Özdebir, “Bu borçları satın almanın maliyeti Merkez Bankası için kâğıt ve mürekkep parasıdır. Şu anda FED’in, Avrupa Merkez Bankası’nın yaptığı yöntem bu. Avrupa Merkez Bankası her ay 60 milyon Euro’luk şirket kâğıdı satın alıyor” diyor.
TİCARET Sohbetleri köşemin bu hafta konuğu olan Özdebir, MB’nin ilk toplantıda 200 baz puanlık bir indirim daha yapmasını beklediğini ifade etti. Özdebir, “Bizim yaşamış olduğumuz dünya ile Merkez Bankası’nı yönetenlerin yaşamış olduğu dünya farklı. Onlar bizim dünyamızı yukarıdan seyrediyorlar ama cehennemin içinde yaşayan biziz. Aynı dünyadayız ama onlar yukarıdan seyrediyorlar, canımızın ne kadar yandığını bizim kadar hissetmeleri mümkün değil” diyor.
Bugün itibariyle piyasanın gerçeği nedir?
Temmuz ayı kötüydü. Ağustosta farklı sektörlerde hafif hafif bir kımıldanmanın, güzel sinyallerin geldiğini görüyoruz. Tekstilciler gayet güzel siparişler alıyorlar. Zaten üretimin yüzde 35’ini yurtdışına gönderiyorsanız çarkları döndürüyorsunuz.
Yatırım mallarında hala kımıldanma çok zayıf, oradaki hareketlenme çok zayıf. Onun için faizlerin biraz daha düşmesi lazım ve piyasada talep ortaya çıkmalı. Şu anda talep yok.
Yaşamış olduğumuz kur şoku, işletmelerimizin sermayelerini bir anda kuvvetli bir şekilde erozyona uğratması ve arkasından artan para maliyetleriyle beraber, finansman masraflarının son derece yukarı çıkması, sürdürülebilir olmaktan çıkmış olması herkesi kabuğuna çekilmek, günü kurtarmak telaşına düşürdü.
Vatandaşımız da bu anlamda varlıklarını koruyabilmek için paralarını dövize çevirdiler. Ayşe Teyze ve Mehmet Ali Amca’nın 116 milyar dolar bankalarda parası var. 70 milyar dolar civarında da reel sektörün birikimleri var. Hâlbuki bu para ekonominin içerisinde dönmüş olsaydı o kadar iş hacmi yaratacaktı. İnsanlara moral vermeli, tekrar harcamaya teşvik edebilmeliyiz.
Ne yapılmalı?
Bunlardan bir tanesi kurların biraz geriye gelmesi, yani kurdan artık kazanç elde edilemeyeceğini, Türk Lirası’nın daha değerli olmasını görebilmeleri gerekiyor. Çok ufak da olsa bir çözülme başladı. Biz bu oyunu daha önce çok gördük. 1980’li yılların sonunda 1990’lı yılların içerisinde yabancılar Türkiye’ye geliyorlardı, paralarını bozduruyorlardı çok güzel faizler alıyorlardı. Ondan sonra kurlar aşağıya geldiği için daha ucuz bir dolardan tekrar paralarını dövize çevirip kaymaklı ekmek kadayıfı gibi hem faizden hem kurdan para kazanarak yurtdışına paralarını götürüyorlardı.
Hatırlarsanız 1 dolar 1 liraya eşit olacak hale gelmişti. Şimdi de öyle bir sürece girdiğimizin işaretleri var. Yabancılar son 1 hafta içerisinde kurların aşağıya gelmesiyle beraber dövizlerini bozdurup Türk Lirası varlıklar dönüp, Türk Lirası varlıkta faize alıp düşen kurdan bozdurup tekrar götürmekle ilgili o eski operasyonu anımsatacak hareketler başladı.
Bu önemli bir hamle. Çünkü maalesef ülke olarak başkalarının tasarrufuna ihtiyacımız var. Eve giren babanın maaşı evin geçimine yetmiyor, sağdan soldan borç almak durumdayız. Bu anlamda piyasalarda dövizin bollanması açısından bu süreç böyle devam ederse bizim için bir fırsat kapısı ortaya çıkartacak. Amerikan Merkez Bankası’nın almış olduğu karar da bunu destekleyen yani dünyada dolarda bir düşüşün yaşandığını görüyoruz.
Bu beraberinde farklı riskleri de beraberinde getiriyor.
Evet. Ticaret savaşlarında, dünya ticaret hacminin yeteri kadar büyümemesiyle ilgili riskler var. Türkiye açısından bir fırsat kapısı açılmış gibi oluyor.
Merkez Bankası’nın 425 baz faiz indirimi hamlesinin piyasalara yansımalarını nasıl yorumlarsınız?
Hatırlarsanız 1990’lı yıllarda da Ankara Sanayi Odası, Türkiye Merkez Bankası ile devamlı kavga ederdi. Çünkü olaylara bakış açımız birbirimizden farklı. Hayat son derece dinamik bir şey her ülkenin kendine göre birtakım şartları var. Ben bunun içerisinde yaşayan bir insanım. Ben millete elimi öptürerek mal satmıyorum ki, millete “Benim malımı alın” diye yalvarıyorum.
Girdi ve finansman maliyetlerimin çok artması ürün maliyetine yansıyor. Reel sektörün 250-300 milyon dolar borcu var. Faiz arttığı zaman şirketlerin finansman maliyetleri anormal şekilde arttı. Daha önce yüzde 10-15 ile kredi kullanırken bir anda faizler yüzde 30’ların üzerine çıktı. Şimdi tamam düştü. Bu anlamda Merkez Bankası’nın bugüne kadarki tutumu faizleri yüksek vermesine rağmen ne dolarizasyona mani olabildi ne de enflasyona mani olabildi.
Çünkü ülkenin gerçekleri ekonomistlerin kuramlarına uygun değil.Ülkenin şartları farklı… Bizim yaşadığımız dünya farklı bir dünya. Ben iş yapmak mecburiyetindeyim, tekerleğimi çevirmek mecburiyetindeyim. Tekerleğim durduğu zaman onu bir daha harekete geçiremem. Onun için Merkez Bankası’nın bu hamlesini olumlu buluyorum ve sonraki toplantıda da 200 baz puanlık bir indirim daha yapmasını bekliyorum.
Bütün Merkez Bankası Başkanları ile Durmuş Yılmaz da dahil olmak üzere Ankara Sanayi Odası olarak kavgalıydık. Bizim yaşamış olduğumuz dünya ile Merkez Bankası’nı yönetenlerin yaşamış olduğu dünya farklı. Onlar bizim dünyamızı yukarıdan seyrediyorlar ama cehennemin içinde yaşayan biziz. Aynı dünyadayız ama onlar yukarıdan seyrediyorlar, canımızın ne kadar yandığını bizim kadar hissetmeleri mümkün değil.
200 baz puan indirimin de gelmesi, piyasalarda bir hareketlenme yaratır mı?
Bu dolarizasyonun başlaması ve kur şokuyla beraber 1 yıllık bir süredir ihtiyaçlar ötelendi. Artık ihtiyaçların karşılanmasında da bıçak kemiğe dayandı. “Biraz daha sabrederim daha ucuza getiririm” beklentisi kırılmalı. Merkez Bankası faiz indirimi ve kurlardaki geriye doğru gidişle beraber bu beklemeyle sağlanabilecek avantajın azaldığı ve beklemenin bir anlam ifade etmediği bir sürece giriyoruz.
İndirimler artık uygulanmamalı mı?
Mutlaka uygulanmalı, bazı sektörlerde hareketlenmeyi getirdi. Firmalara da nefes aldırdı insanlar da biraz daha ucuza mal aldıklarını zannettiler. Ama daha fazla yapılması gereken şeyler var, onların yapılması lazım.
Örneğin…
Asıl beka sorunu, Türkiye’nin üretim gücünü kaybetmesidir. Biz daha fazla üretip, daha değerli şeyler üretip, bunları da ihraç edip cari açık derdini bitirmeliyiz.
Çünkü siz başkasına el açtığınız sürece, onlara mahkûmsunuz. Bize parayı vermedikleri zaman bizi inim inim inletirler. Trump, Rahip Brunson meselesinde bize postayı koydu, dolar bir günde 7 liraya çıktı.
Bu coğrafyada yaşayacaksak hepimizin aklımızı başımıza toplayıp, 82 milyonun ortak bir davranış değişikliğine gitmesi lazım. Yerli malı tüketimine odaklanmalıyız. Ülke olarak ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı öğrenmeliyiz. Ayağımız uzuyorsa yorganımızı büyütmenin çaresine bakmalıyız.
Yerli malı seferberliği mi ilan edilmeli?
Tabi yerli malı seferberliği…
O zaman daha çok çalışmamız lazım.
Daha çok çalışmalıyız, daha güzel şeyler yapmalıyız. Verimliliğe odaklanmalıyız. Sanayiden uzaklaşmamalıyız.
O zaman Türkiye’de öncelikle sanayide üretim çarkında daha hızlandırmamız gerekirken, Sanayi 4.0 gibi bir kavramı konuşmak anlamsız!
Türkiye’de şahit olduğum 2010, 2011’de bugün Endüstri 4.0 diyeceğimiz uygulamaları yapan firmalarımız var. Bizim elimiz de armut toplamıyor. Bu anlamda gayet güzel çalışan firmalarımız var. Bunların da hepsini biliyorum. Dünyada da pek çok ülkede daha Endüstri 4.0’ın başındalar. Yalnız bizim şöyle bir handikapımız var; biz sanayileşmeye diğer gelişmiş ülkelerden neredeyse 100 yıl sonra başlamışız. Hatta Türkiye’nin doğru düzgün sanayileşmesine 70’li yıllardan sonra bakmamız lazım.
Bazen geç başlamak avantajdır
Şimdi yeni bir fırsat penceresi var. Bizim imalat kültürümüzde bazı şeyleri değiştirebilmeliyiz. Ankara Sanayi Odası olarak aşağı yukarı 11 milyon dolarlık bütçesi ile bir manuel fabrika kurduk. Bu manuel fabrika da şu anda uygulamalı olarak yalın üretim eğitimleri veriyoruz. Bu yalın üretimi başardıktan sonra Endüstri 4.0’ı yapacağız. Bu yalın üretimi yapmadan Endüstri 4.0 gelemez.
Bizim işletmelerimizde katma değer yapmayan, yaratmayan aksine maliyetlerin artmasına sebep olan bir sürü lüzumsuz işlerimiz var, operasyonlarımız var. Gerçek anlamda verimli çalışmayı öğrenmeliyiz. Bunun üzerine de Endüstri 4.0’ı koymamız lazım. Birinci basamağına basmadan onuncu basamağına yetişemezsiniz. İnsanlarımıza iş yapma yöntemlerini öğretebilmemiz lazım. Türkiye’de ciddi bir verimlilik sorunu var. TÜİK verilerine göre büyük işletmelerimiz ile KOBİ’lerimiz arasında 1’e 5 oranında bir verim farkı var. KOBİ’lerimiz büyük işletmelerimizden 5 misli daha az verimli çalışıyorlar. Bu anlamda bu dönüşümü bu farkındalığı sağlamamız lazım. Ankara Sanayi Odası olarak biz bu konuda elimizden geleni yapıyoruz ama hayatında hiç kavunun adını duymamış, tadına bakmamış birisi “Ah şimdi bir kavun olsa da buz gibi yesek” diyebilir mi? Maalesef birçok kişi için de bu bilmedikleri dolayısıyla ihtiyaç duymadıkları bir alan.
ASO olarak nükleer enerjiye de büyük önem veriyorsunuz. Bu konuda bugün itibari ile gelinen nokta nedir?
Rusların Türkiye’de yaptığı her biri bin 200 megawatt’lık 4 reaktörden oluşan bir santral var. Bunun toplam maliyeti yaklaşık 20 milyar dolar. Bu işin en az yüzde 20’sini su içinde gözümüz kapalı yapabiliriz. Biraz gayret edersek bu oranı daha da yükseğe çıkartabiliriz. Benim için sadece bu santralden pay almak önemli değil, hedefim de o değil. Tabi ki santralden pay almamız lazım ama biz bu teknolojiye sahip olabilirsek dünyada çok büyük bir Pazar var.
Referans olarak…
Tabi… Neticede bu ülkeler de yatırım yapıyorlar bu ülkeler de maliyetlerini aşağıya çekmek istiyorlar. Avantajlı fiyatlarla ben bu malzemeleri üretebilirsem bütün dünyaya satabilirim. Metali şekillendirmek ile ilgili hiçbir sorunumuz yok. Kurduğumuz kümedeki diğer üyelerimizle dünyadaki çeşitli Nükleer Santralleri gezdik. Bunların hepsini yapabilecek kabiliyetteyiz. Malzeme bilgisi eksiğimiz var. En önemlisi yazmaya, çizmeye pek hevesli olmadığımız için bu izlenebilirlik kalite standartlarını falan hep ‘mış’ gibi yaptığımız için en büyük eksikliğimiz orada. Yoksa bütün firmalarımız bu kalite sistemlerini düzenli işletirlerse bütün dünyaya üretim yapabilecek kabiliyetteler.
Biz evraklarla mı uğraşmaktan pek hoşlanmıyoruz?
Evraklarla uğraşmamız lazım. Üretimin hikâyesini çıkarıp, savunmasını yapabilecek bir pozisyonda olmalıyız. Bütün sıkıntı burada. Bununla ilgili Rusların bir akademisi var. Onlarla iş birliği yaptık. Ruslarla birlikte sanayicilerimize Ruslardan iş almak için nasıl teklif verilir, nasıl fiyat oluşturulur, nelere dikkat edilmesi lazım, görülmeyen maliyetler nelerdir, o firmanın istediği belgeler bunların proje hazırlamak için… Bütün bunlarla ilgili oradan geliyorlar. Kurduğumuz kümelenme; Ankara, İstanbul ve Mersin’de sanayicilerimiz topluyor.
Bugüne kadar kaç kişi eğitim aldı?
Eğitimlere devam eden 60 tane firmamız var. Akkuyu’dan iş alanlar da var. Örneğin hiç ihalesiz NÜKSAK üyesi olduğu için. Geçenlerde televizyonlarda görmüşsünüzdür ‘kor tutucu’ diye kocaman 200 tonluk bir parçadır. Rusya’dan gemiyle geldi yerine taşındı, hem Rusya’daki hem buradaki taşımasını bizim kümemizdeki lojistik firmalarından biri yaptı.
Son yaşadığımız krizden çıkardığımız dersler neler oldu? Bu süreci fırsata çevirmek anlamında sizin önerileriniz neler olur?
Kamunun imalat sanayine yol gösterici olması ve koruması lazım. Maalesef biz sanayileşmemizi de yönetemiyoruz. Savunma sanayiinde çok ciddi başarılar elde ettik. Bunu yapan insanlarla diğer işleri yapan insanlar arasında fark yok. Fark sektörün sevk ve idaresinden geliyor. Türkiye’deki diğer sektörlerin de bu şekilde yönlendirilmesi lazım.
Sektörel yol haritalarının yeniden revize mi edilmesi gerekiyor?
Revize edilmesi yetmiyor, yönetilmesi lazım. Türkiye’nin üretim hacminin sadece bir sanayi genel müdürü tarafından yönetilmesi mümkün değil. Her sektörün kimya sektörünün tıpkı savunma ve sanayi başkanlığı gibi kimya sektörü başkanlığı mı olur başka şey denebilir makine üretimi mobilya teknik desteği başka bir organizasyon tarafından yönetilmesi lazım.
Zaman zaman da ev ödevini yaptın mı diye sorgulanması lazım.
Sorgulanması, denetlenmesi ve gidişatına yön verilmesi lazım. İcap ediyorsa sektörden dışarı atılması lazım.
Ben değil biz mantığı…
Birlikte iş yapabilme kültürümüz yok. Maalesef kardeş kardeşe bile yapamıyoruz. O anlamda birlikte iş yapıp pastayı büyütmek. Pasta ufak olsun tamamı benim olsun değil pastayı büyütelim benim dilimim de büyüsün mantığına bir türlü ulaşamıyoruz.
Türkiye’nin kendisine yeni sektörler belirleyip onun için mi yol alması lazım. Nasıl bir öngörünüz var?
Her sektörün geçerliliği var. Burada markalaşma önemli. Yeni teknolojileri uygulayabilmek önemli. Hiçbir sektörü göz ardı etmememiz lazım.
Toplumsal huzur ve birlikteliği arttırmak için Türkiye’de neler yapılmalı?
Zenginleşmemiz lazım. Fert başına 25 bin dolara ulaşalım bak kavga kalıyor mu?
Zenginleşmemiz için de üretmemiz lazım. Açıklanan paketler üretimi ve istihdamı artırmak için çözüm oldu mu?
Mutlaka oluyor. Ekonominin yüzde 80’i beklentileri yönetebilmek. İnsanlar umutlu olurlarsa hata yapmazsanız her şey yolunda gidebilir. Ama bizim ülkemizde her zaman çok geçerli değil çünkü bulunduğumuz coğrafyadan da kaynaklanan birtakım riskler var. Zaman zaman kendi ayağımıza da kurşun sıkıyoruz. 15 Temmuz gibi. Bulunduğumuz coğrafyadan kaynaklanan risklerimiz var. Bu riskleri kompanse edecek şekilde sektörleri yönetmemiz ve Türkiye’nin üretim gücünü korumamız lazım. Türkiye’nin üretim gücünü korumak için stratejik teşvikler yapılmalı. Hepimiz birçok şeyi ‘mış’ gibi yapıyoruz. Yaşadığımız süreçte Türkiye’nin üretim gücünü kaybetmemiz için neler yapabiliriz diye kripto para dışında başka şeyler de çalıştık. Götürdüğümüz tekliflerden bir tanesi de Merkez Bankası’nın imalatçı firmaların kriterlerine göre bankalardaki borçlarını satın alsın.
Bu borçları satın almanın maliyeti Merkez Bankası için, -ekonomik maliyetleri ayrı tartışırız- kâğıt ve mürekkep parasıdır. Biz bunu söylediğimiz zaman bir sürü insan “ya olur mu öyle şey” dediler. Dünyada örnekleri var. Şu anda FED’in Avrupa Merkez Bankası’nın yaptığı yöntem bu. 2008’de kriz başladığı zaman Amerikan Merkez Bankası emisyonu arttırmaya başladı ama hiçbir şey olmadı. Daha sonra firmaların tahvillerini hisselerini satın almaya başladı. Bu ne demek; ben size ortak oluyorum diyorsunuz. Faizler de negatif, sıfır olduğu için sıfır faizle size para veriyorum ayağa kalkmanız için.
Bu önerinizi ilk defa duyuyorum.
Her şeyi kamuoyuyla paylaşmadık. Yanlış bilmiyorsam hala Avrupa Merkez Bankası her ay 60 milyon Euro’luk şirket kağıdı satın alıyor.
Burada enteresan bir uygulamaya rastladık. Japonya uygulaması… Bunun krizle alakası yok çok uzun zamandır uyguluyormuş. Gelişmesi gereken sektörlerin veya stratejik bazı ürünlerin o alanların ülkede gelişebilmesi için Japon Merkez Bankası bir bankayı görevlendiriyor.
Neye göre yapıyor?
Kendisi direk yapmıyor çünkü Merkez Bankası’nın mobilizasyonu makro anlamdadır tek tek müşterileri tanımaz. Bunu iyi bilen bir bankayı görevlendiriyor ve kriterlerini de koyuyor.
Şu stratejik bir alandır. Bu firmanın desteklenmesi lazım gibi kriterlerin dışında siz insan kaynağınızın geliştirilmesi için ne kadar harcama yapıyorsunuz? Firma, insan kaynağının geliştirilmesi için insana ne kadar yatırım yapıyor? Mesela kriterlerden bir tanesi bu benim dikkatimi çeken. İkincisi, çalışma ortamının iyileştirilmesi için ne kadar yatırım yapıyorsunuz? Yani sırf çalışanların daha konforlu çalışabilmesi için ne kadar yatırım yapıyorsunuz? Bu gibi kriterlerle insanlar kaynağı niteliğinin ve o işe olan cazibenin o firmaya olan cazibenin arttırılması gibi kriterleri de koymuşlar. Buna göre geliyor.
Japon Merkez Bankası diyor ki: Siz şu saati üretiyorsunuz bu saati daha fazla üretebilmeniz ve dünyaya daha fazla satabilmeniz için neye ihtiyacınız var? Siz de diyorsunuz ki, “Benim 100 liralık daha yatırım yapmam lazım. Tamam, sermayenizi 100 lira arttırın o sermayeyi ben satın alıyorum. O hisseleri ben satın alıyorum size de 100 lirayı veriyorum. 5 sene müsaade. 5 sene içinde benim paramı geri ödeyeceksin.
Peki siz bu öneriyi ilgililerle paylaştınız mı?
Anlattık.
Peki, nasıl tepkiler aldınız?
Enteresan dediler, not aldılar. Bakan yardımcılarımızdan bir tanesi 4 tane uzmanını görevlendirmiş onlarla da tekrar konuştuk.
Birçok akademisyenden 2019 yılını kayıp yıl olarak, hatta ‘türbülansların devam edeceği’ yorumlarını dinliyoruz. Sizin bu konudaki tespitiniz nedir? Bu yıl kayıp bir yıl mı 2020’de de bu türbülanslar devam eder mi?
2019 yılı kayıp bir yıl. Türkiye ciddi bir sermaye kaybı yaşadı. Bu kaybedilen kanı toparlamak kolay olmayacak. Bu anlamda zaten o kripto para önerisi Japon Merkez Bankası örneklerini bu kanı yerine koyabilmek için hatta vücuda artık kemik iliği yeteri kadar kan üretemiyor. Kan Bankası’ndan kan alıp vermemiz lazım hastaya. Bu anlamda yaratıcı yıkıma mani olmayacak şekilde yol almalıyız. Gerçekten düzgün yönetilen istikbal vaat eden, ülkeye değer kazandıracak işletmeleri de objektif kriterlerle tespit edip onları desteklememiz lazım. Bizim en büyük hatalarımızdan bir tanesi maalesef üzerimizdeki yükler çok fazla. Yani kurumlar vergisi yüzde 20. Verilen teşvikler kar edersen veriyor. Diyor ki, ben bu işi kuracağım. Para kazanacağım, para kazandıktan sonra ödeyeceğim, vergiden mahsup edeceğim. Ben zaten para kazanmaya başladıktan sonra senin teşvikine ihtiyacım yok ki. Bana bu işi yaparken destek lazım.
Ayaklarının üzerinde durana kadar…
Devletin de finansmana ihtiyacı var. Bankaların hiçbirinde para yok. Kripto para dediğimiz veya genel anlamda mahsuplaşabilme enstrümanı diyeceğimiz o çözüm bankalarımızı da rahatlatacak.
2020 toparlanma dönemi olur mu?
Olmak mecburiyetinde, olur.
Meslek liseleri… Rahmetli Mustafa Koç ile başlayan çok güzel bir projeydi. Sizin çok güzel meslek lisesi projeniz var.
Elimizde iki tane çok güzel meslek lisesi programı var. Ülke olarak insan kaynağı programı yapmalıyız.
Bir meslek okulumuz var. Buradaki aşağı yukarı 1500 civarında öğrencisi var. Hem gecesi hem gündüzü var. Ayrıca anaokulu kurduk.
Meslek liselerinin sayısını arttırmayı düşünüyor musunuz?
İstiyoruz da bu adanmış insanları gerektiren bir şey. Bizim iki meslek lisemiz var. Bir tanesi fiyakalı olduğu için sözü geçer. Bu seneki kayıtlarımızın LGS ortalaması yüzde 4,8. Binde 2’lik dilimde öğrencilerimiz var. Bu çocuklar en iyi Anadolu Liselerine, Fen Liselerine gidebilecek çocuklar. Bunlar meslek lisesini tercih ettiler.
Diğer okulumuz ise ben ona daha çok önem veriyorum. Fakat garibanlara kimse bakmadığı için çok PR da yapmıyor. Oraya dezavantajlı ailelerin çocuklarını alıyoruz. Hatta meslek liseleri de dahil olmak üzere 9. sınıfta ana babasının, öğretmenlerinin bu çocuk okumaz dedikleri çocukları alıyoruz. Birinci yıl hiçbir işletmeye göndermiyoruz. Hem yeteri kadar fen ve sosyal derslerini alıyorlar hem hocaların nezaretinde meslek derslerini alıyorlar. Birinci yıldan sonra haftada iki gün okul üç gün işletme. Onun dışında arzulu olan çocukları özel lisan dersi de teknik çizim dersleri gibi neye ihtiyacı varsa onlarda ayrı kurslarla devam ettiriyoruz.