ÇELİK ÜRETİCİSİ İTHALATTA ‘ÜLKE-ÜRÜN’ KORUMASI İSTİYOR

 

SEDA GÖK VEYSEL YAYAN

Çelik üreticisinin bugünlerde öncelikli gündem maddesi; ABD ve AB’nin uyguladığı koruma tedbirleri karşısında sektörün nasıl ayakta kalacağı… Çelik üreticileri, Türkiye’nin de bu alanda kendi üreticisini korumak için ithalat konusunda ülke ve ürün bazında koruma tedbirleri almasını istiyor.  Türkiye Çelik Üreticileri Derneği Genel Sekreteri Dr. Veysel Yayan, “Bizim koruma tedbirlerimiz sadece global bazda. Ülke ve ürün bazında koruma tedbirleri almalıyız. Hem ülke hem ürün bazında reel ithalatı sınırlandıran bir çerçevenin oluşturulması gerekiyor. Koruma tedbirini Türkiye’nin ihtiyaçlarına göre almalıyız” diyor.

Sektörün yeni piyasalar bulmaya odaklandığına dikkat çeken Yayan, “Uzakdoğu, Sahra altı, Batı Afrika, Suriye ve Irak pazarında arayış içindeyiz. Eski geleneksel pazarlarımız olan, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan gibi ülkelerdeki siyasi gelişmelerden dolayı,Türk çeliğine karşı olumsuz bir önyargı var. Ama İsrail’de bunu görmüyoruz. İsrail’de siyaset ticarete yansımıyor” diyor.

 

-Demir çelik fabrikalarında personel çıkarıldığına dair kulis bilgileri alıyoruz. Bu doğru mu?

İşçi çıkararak denge kurmaya çalışan bir sektör değiliz. Çünkü bizim operasyonlarımızda işçilik maliyetleri toplam maliyet içinde çok yüksek oranlarda değil. Dolayısıyla üreticilerimiz bıçak kemiği kesmedikçe işçi çıkarmaz. İşçi çıkararak denge kurmaya çalışan bir sektör değiliz. Ama bu, tüm olumsuzluklara rağmen hiçbir şekilde işçi çıkarılmayacağı anlamına da gelmez. Özellikle haddehanelerde, uzun süreli duruşlarda işçiyi muhafaza etmek zorlaşır. İşçi çalıştırılmaz. En kilit personel dışında işçi çıkarılması olabilir.  Ham çelikten üretim yapan tesislerde böyle bir gelişme yok.

-Burada vardiyaların azalması olabilir mi?  

Vardiyada 3’ten 2’ye düşme olabilir. Vardiya düşürmek, işçi çıkarmak anlamına gelmez.  Vardiyada devre dışı kalan personel bakım-onarım ve diğer işlerde istihdam edilir.. Vardiya sayısını azaltmak ve arttırmak kısa vâde için alınabilecek kararlar. Bu nedenle işçi çıkarılmaz. Bazı kuruluşlarda üretimin 3 vardiyadan 2 vardiyaya indiğini görüyoruz. Tümüyle duruş yapan kuruluşlarımız da var.Yılın ilk iki ayında üretimde yüzde 16,1 oranında bir düşüş var. Entegre tesisler, cevherden üretim yapanlar teknolojileri gereği vardiyalarını azaltamaz. Bunların ocakları kapatmaları mümkün değil. 36 milyon tondan 12 milyon tonu çıkarırsak o zaman bu düşüş çok daha fazla ortaya çıkıyor.

 

-Ocak-Şubat aylarında yaşanan yüzde 16,1’lik düşüşü nasıl okumalıyız?

Düşüşe neden olan atmosferi ana hatlarıyla değerlendirdiğimizde; 2018 yılının ilk yarısındaki veriler sektör açısından olumlu idi. İkinci yarıdan itibaren birtakım sıkıntılar yaşamaya başladık. ABD’nin aldığı bazı tedbirler vardı ama gene de ihracat yapabiliyorduk. Nasıl?  Koruma tedbiri kapsamında yüzde 25 vergi vardı. Ama ABD’deki fiyatlar bu yüzde 25 vergiyi de kaldırabilecek kadar yüksekti. Biz o yüzde 25 vergiye rağmen ihracat yapabiliyorduk. Ancak ikinci yüzde 25 vergi, bizi ihracat yapamaz hale getirdi. Bundan daha da kötüsü, AB’nin, ABD’ye reaksiyon göstermek için koruma tedbirlerini uygulamaya aktarması oldu. Pek çok ülke bu uygulamaya, farklı yöntemler ile karşılık verdi. AB ilk aşamada global kotalar belirledi. Tek bir ülkeye kota koymadı. Ürün bazında şu kadar kota denildi. Türkiye bu uygulamada kendisine diğer ülkelerden daha fazla yer bulabildi.

Türkiye, AB ülkelerine olan mesafesindeki yakınlığın ve AB tüketicileri ile sahip olduğu işbirliğinin sağladığı avantaj ile bu dönemde ihracatını önemli ölçüde arttırdı. Ancak AB, 2 Şubat 2019 tarihinde yürürlüğe koyduğu koruma tedbirleri ile Türkiye’ye karşı ülke ve ürün bazlı yeni kotalar geliştirdi. Özellikle firmaşin, nervürlü demir ve profilde, yani bizim en fazla ihracat yaptığımız ürünlerde, Türkiye için kısa sürede dolacak kotalar belirledi. Bu kotaların bir kısmı 15-20 gün içinde doldu. Büyük bir kısmının süresi bitmeden dolacağını ve Türkiye’nin ihracatının gerçek anlamda sınırlandırılmış olacağını görüyoruz. Daha sonra ise, kotası dolan ürünleri  AB ülkelerine ihraç etmemiz, yüzde 25 vergi ödememiz halinde mümkün olacak. Bu da önümüzdeki döneme ilişkin belirsizliği arttırıyor.

Ne kadarlık sürede bu kotalar dolar?

Bir iki ay içinde dolacak kotalardan bahsediyoruz. Ayrıca, bütün bunlar olur iken, Türkiye’de iç pazarda da tüketim ciddi oranda azaldı. Döviz kurlarındaki dalgalanma nedeniyle inşaat sektöründe daralma yaşandı. İnşaat sektöründeki tüketim yüzde 50’nin üzerinde daraldı. Beyaz eşya ve otomotiv sektöründeki tüketimde ise yüzde 20 oranında daralma yaşandı. Türkiye’nin iç tüketimi düştü ama ithalattaki düşüş daha sınırlı kaldı. Böyle olunca yurtiçi tüketimdeki ithal girdi payı kendini korudu. Dünyanın hiçbir ülkesinde bu kadar koruma tedbiri ile karşı karşıya olan bir sektör, dışarıya bu kadar açık şartlarda yaşamını sürdürmez. ABD afaki gerekçelerle % 50 vergi uyguluyor.  AB ile çelik dış ticaretinde yıllarca açık verip, bir yıl artış yaşayınca  hemen bir kota geliyor.   AB 2018 yılında bizim yaptığımız ihracata anında  reaksiyon gösterip, önce global ve sonrasında ürün-ülke bazında Türkiye’nin önüne ‘nokta atışı’ set koydu.  İthal çeliği engellemek için, adeta cerrahi operasyon yaptılar. Bu bizim üreticilerin geleceğe yönelik beklentilerini olumsuz etkiledi. Bu durum üretime de olumsuz yansıyor. Bu nedenle yarın satabilirim düşüncesi ile stoğa yönelik  üretim yapamazsınız. Çünkü stokları yönetmek daha zor olur. Bu süreçte stok maliyetini kaldırmak mümkün değil . Vardiyalardaki azalmanın nedeni de biraz budur. Stok demek maliyet demektir.

Çelik sektöründe yapmamız gereken iki iş var. Birincisi Avrupa Birliği’nde nereye kadar gidebileceğimizi göreceğiz. Yani birinci ev ödevimiz Avrupa Birliği…

Bu konuda yaptığımız müzakerelerde İzlanda, Güney Afrika ve Norveç’e tanıdığı muafiyeti bize de tanımasını istedik. Bizim Gümrük Birliği ve STA’mız olmasına rağmen kabul etmedi. Ama Ukrayna ile bu konuyu görüşüyor.

Türkiye olarak 14,5 milyon ton çelik ithal ediyoruz. İthalat konusunda bu kadar rahat olmasak… Yurtiçi talebi yurtiçi üretim ile karşılıyor olsak hem üretimde istikrar hem de ihracat yaparak rahatsız ettiğimiz üreticilere göre daha rahat olacağız.

Bizim de koruma tedbirlerimiz sadece global bazda var. Biz de ülke ve ürün bazında koruma tedbirleri almalıyız. Hem ülke hem ürün bazında reel ithalatı sınırlandıran bir çerçevenin oluşturulması gerekiyor. Koruma tedbirini Türkiye’nin ihtiyaçlarına göre almalıyız.

İkincisi ABD’nin özellikle ikinci yüzde 25’lik vergi dilimini uygulaması tamamen afakidir. Bu durumun yeni gelişen koşullar çerçevesinde diğer ülkelerle aynı seviyeye getirilmesi, bilahare verginin tümüyle kaldırılması gerekiyor. Biz Çin ile aynı özellikleri taşımıyoruz. ABD, uluslararası ticarette denge olmalı diyor. Ticaret, denge demektir diyorsanız, o zaman Türkiye’ye uyguladığınız tedbirleri hemen kaldırmanız gerekiyor. Bizim dış ticaretimiz onların aleyhine çalışmıyor. Bize yapılan uygulama haksız.

Ancak, ne AB’de ne de ABD’de tedbirlerin esnetileceği yönünde en ufak bir sinyal yok.  ABD Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi (GTS) programı kapsamında ABD’ye olan ihracatımızın yüzde 25’ine tekabül edin 1,74 milyar dolar ihracata uyguladığı vergi muafiyetini kaldırarak, esneklik konusunda olumsuz sinyal verdi. Dış ticarette aleyhimize olan şartları daha da ağırlaştırdı.

Bu arada onlara koyduğumuz tedbirlerde de sıkıntı var.  ABD’den ithal edilen koklaşabilir taş kömürüne yüzde 13,7 vergi getirdik. Bunu kim kullanıyor diye baktığınızda çelik sektörü kullanıyor.  Hem onların koruma tedbirleri hem bizim uygulamaya aktardığımız karşı tedbirler, çelik sektörümüzün rekabet gücünü olumsuz etkiledi. Bu sebeple, sektörü biraz koruyup kollamanız gerekiyor.

Bu arada, bir hususu da açıklamakta fayda var.  ABD uygulamalarını eleştiriyorlar ama bunun bir mantığı da var. Hiçbir ülke bir başkasına sürekli dış ticaret açığı vermek zorunda değil. Bakınız bugün Akkuyu Nükleer Santral inşaatı yapılıyor. Bunun inşaatında kullanılan demir çeliği Rusya’dan getiriyorlar. Bu kadarı artık çok fazla. Bunun savunulabilir yanı yok. Ama biz domates satmaya kalktığımızda 7 dereden su getirmeyi biliyorlar. Türkiye aslında aradıkları her ürünün tamamını buradan temin edebilecek konumda. Çelik sektörümüz her türlü ihtiyacı çok büyük ölçüde karşılayabilecek düzeyde.

Bugün Türkiye’nin 52 milyon ton üretim kapasitesi var. Ancak bizim üretimimiz 37 milyon ton. Kapasite kullanım oranlarımız düşük. Bu kurulu kapasiteyi kullanmaz isek ithalata devam edersek yeni kapasitenin oluşumuna yönelik de güzel mesaj vermemiş oluruz. Bugün yüzde 72 oranında kapasite kullanım oranına sahibiz. Bu oran 2015 yılında yüzde 60 düzeyinde idi. Bir toparlanma var ama toparlanma eğrisinde duraklama var. 2018 yılında üretimimiz bir önceki yıla göre yüzde 0,6’lık bir azalma oldu.

Peki, Türkiye demir-çelik sektörüne yönelik nasıl bir politika izlemeli?

Birincisi etkin koruma tedbirlerini devreye almamız gerekiyor. Ürün ve ülke bazında alınmalı. Bunu tek taraflı Türkiye’ye yüksek miktarda ihracat yapan Rusya, Güney Kore, Çin ve Brezilya gibi ülkelere özel olarak uygulamamız gerekiyor. Dengesiz bir ticaret yapısı oluşmamalı.  O zaman iç pazarın talebini biz karşılayabiliriz. Sadece çelik sektörümüzün değil, Türkiye’nin de buna şiddetle ihtiyacı var.

Fiyat farkı çok mu, iş adamını ithalat yapmaya iten nedenler neler?

Arada büyük fiyat farkı yok. Bazen 20-30 dolar diyorlar ama bu doğru değil. Bizim ülkemizde ithalat yapma kolaycılığı var.  Beyaz eşya sektöründen örneklememiz gerekirse, ürün bazında 25-30 cent eder. Bu mu uluslararası piyasada al ya da sat kararınızı etkileyen neden! Çelik sektörüne getirilen yükler önemsiz oluyor. Örneğin; yüzde 1 enerji fonu var. YEKDEM var, kw başına 12 kuruş maliyet getiriyor. Sektöre toplam maliyet 50 milyon doları aşıyor. Bir o kadar maliyette çevre katkı payından geliyor. Oysaki sektörün bu tür, kendisi ile ilgisi olmayan yükleri kaldırmaya mecali yok. Anlaşmalar sektöre yönelik devlet yardımını yasaklıyor. Ancak sektör üzerindeki yüklerin kaldırılmasını yasaklayan bir hüküm yok. Başka ülkelerde olmayan bu yüklerin, en kısa zamanda kaldırılmasına ihtiyaç var.

Rekabet gücümüzün arttırılması kadar, yeni piyasalar bulmaya çalışmamız da önemli. Uzakdoğu, Sahra altı, Batı Afrika,  Suriye ve Irak pazarında arayış içindeyiz. Eski geleneksel pazarlarımız olan Ortadoğu ülkelerine yönelik ihracatımızı yeniden arttırmayı mümkün kılacak tedbirlerin alınmasına ihtiyaç var.

Suudi Arabistan pazarında siyasi gelişmelerden dolayı Türk çeliğine karşı bir ön yargıda var. Ama İsrail de bunu görmüyoruz. İsrail’de siyaset ticarete yansımıyor.

Çelik sektörünü korumamız gerekiyor. Orantısız şekilde ihracat yapan ülkelere karşı dikkatli olmamız lazım. Uluslararası rekabette Türkiye’yi aşağı çeken yükleri kaldırmalıyız. Örneğin; 9 yıldır çevre katkı payını sektör taşıdı. Hiçbir sektöre uygulamadığınız yükü çelik sektörüne uyguluyorsunuz. Bu makul ve mantıklı değil. Artık bu sektöre can suyu gerekiyor. Bu sektöre devlet yardımı yok.

Biz destek istemiyoruz ama üzerimizdeki rekabet gücümüzü etkileyen faktörlerin kaldırılmasını talep ediyoruz. Hem korumalar yapılmalı, hem yükler kaldırılmalı. 2018 verilerine göre ihracatta değer bazında yüzde 32,1, miktar bazında yüzde 20,5 artış gösterdik. Bunun devam etmesi için sektöre destek olunmalı.

- Görünen o ki, 2019 sektör açısından zor bir yıl olacak…

Bu yılın ilk altı aylık dönemi kesinlikle zor olacak, ikinci yarıda kısmen bu zorluğu telafi etmek istiyoruz.

-Eklemek istedikleriniz…

İhracatı arttırırken, ithalatı da azaltma eğilimini 2019 yılında da sürdürmek zorundayız. Bunu kalıcı hale getirmek Türkiye için çok önemli. İthalat konusunda Cumhurbaşkanımız da çok hassas. Birim ürün başına 25-30 cent için ithalat yapılmamalı. İthalat müptelası bir ülke haline geldik. Bunu kırmamız lazım. Uzakdoğu ülkelerinde üreticiler sırt sırta veriyor. Ülkenin kendi kaynaklarına bağlı hedefler belirlemesi lazım.