Geçtiğimiz Aralık ayında yapılan genel kurul sonrasında Türkiye Tohumcular Birliği(TÜRKTOB) Yönetim Kurulu Başkanı olarak göreve gelen Savaş Akcan, bu haftaki TİCARET Sohbetleri köşemin konuğu oldu. Tohumculuk sektöründe yaşanan gelişmeleri, sorunları ve çözüm önerilerini bütün yönleriyle konuştuğumuz Akcan, tohumculukta ‘milli’ vurgusu yaptı. Bu alanda önemli bir yol alındığını ancak hala hedefe ulaşılmadığını belirten Akcan, “Eskiden daha iyiyiz ama hedeften uzaktayız” dedi. Akcan, tarım politikalarının siyasi politikalardan sâri tutmak gerektiğini belirterek, “Hükümetlere göre dönemlere göre değişmemeli. Tarım, devletin ‘kırmızı kitabı’nda yer almalı. Politika; bakanlara ve genel müdürlere göre değiştirilmemeli” dedi.
Tohumculuk sektörüne verilerle baktığımızda nasıl bir tablo ile karşılaşıyoruz?
Türkiye Tohumcular Birliği, bünyesindeki 7 birlik ile birlikte 48 bini aşkın üyeyi temsil ediyor. Bu arkadaşlarımız 4 milyar dolarlık bir katma değer yaratıyorlar. Bu rakama ticari fonksiyonlarını da eklediğimizde 10 milyar dolar ticaret hacmi oluşuyor. Benim penceremden baktığınızda çok kıymetli rakam.
2018 verilerine göre 500 milyon dolarlık bir dış ticarete konu olduk. Bunun 240 milyon doları ithalat, 260 milyon doları ihracat odaklı idi. Dış ticarette artıdayız.
-Rakamlar güzelde; gerçekler nasıl? Bugün gündeminizde öncelikle neler var?
Gündemimizde; devletin tanzim satışlar kanalları üzerinden sebze meyve fiyatlarını düşürme eğilimi, üreticinin girdi maliyetlerindeki artış nedeniyle seradan tarladan çekilme eğilimini konuşuyoruz.
Örneğin; bu sene buğday üretimine yönelik rekolte tahmini konusunda bir öngörüye sahip değiliz.
-Neden?
Çünkü, Türkiye Tohumcular Birliği üzerinden satılan buğday tohumda yüzde 30-35 oranında azalma var. Buradaki kritik soru üretici buğdayekmedi mi, yoksa kendi ambarlarındaki tohumlardan mı ikame ettiler? Bunu tahmin edemiyoruz. Gübre fiyatlarında artış, taban fiyatlarının açıklanmaması, yüksek girdi maliyetleri nedeniyle üreticiönünü göremiyor ve üretim planlaması yapamıyor.
Devlet tez zamanda girdi maliyetleri konusunda düzenlemeye gitmelidir. Bu konuda sübvanse sistemini devreye alarak üreticinin önünü açması gerekiyor.
Bizim üreticimiz çok duygusal insanlar… Çünkü normal koşullarda matematik ile tarım üretimi yapmak akıl karı değil. Üreticiyi, tarlalarından çıkarırsak bir daha köylerine geri dönmeyecekler. O zaman da bizim tarım politikamız kalmaz. İçerden yıkılırız.
-Bugün tohumculukta ne konumdayız?
190 milyon dolarlık ithalat, 160 milyon doların ihracat rakamımız var. Bu rakamlar bizim hedeflerimizden çok uzakta. Bu konuya ithalat-ihracat rejimi olarak bakılıyor. Ben ise bunu kendi halkımın ihtiyacı olan tohumu üretebiliyor muyuz üretemiyor muyuz o açıdan bakıp değerlendiriyorum.
-Bu dediğiniz başlıktan baktığımızda çok da güzel bir tablo ile karşı karşıya değiliz.
Haklısınız. Ancak ürün bazında bakalım. Buğday, tahıl ve baklagillerde iyiyiz. Ama sebze çeşidinde o kadar iyi değiliz. Tarla bitkilerinde hayal ettiğimiz noktada değiliz. Meyvede ise iyiyiz. Bizim için kıstas, bu ülke gerektiğinde dışardan tek bir tohum almadan halkını doyurabilecek noktada mı değil mi?
-Bugün itibariyle doyuracak durumda mıyız?
Doyururuz ama halkın talepleri doğrultusunda olmaz. Siz domates istersiniz, ben size biber ya da patlıcan veririm. Şu andaki tablo ile doyarsınız ama ürün gamı o geniş çerçeveyi yakalamış noktada olmaz.
Aslında en yüksek katma değeri tarımdan elde edebiliriz. Bunu hayal ediyoruz. Etrafımıza baktığımızda Körfez ülkeleri çöl, Suriye ve Irak’ta üretim sınırlı… Bu coğrafyaları besleyebilirim. Rusya pazarının ambarı olabilirim.
Bu ülkede ‘yerli’ ve ‘milli’ tohum ile ‘ithal’ tohum diye bir ayrım var. Yerli tohum Türkiye’de üretilendir. Anne ve babası ithal mi bunu değerlendirdiğimizde ‘millilik’ kavramı ortaya çıkıyor. Islahçısı yurtdışından ise sadece yerli tohumdur. Bizim önceliğimizde ‘milli tohum’ verilerimizin zirvede olması gerekiyor. Çünkü yabancı kurum, siyaset ve ekonomiyi bahane ederek ıslah çeşidini bana vermeyebilir. Yaptırım olarak kullanabilir. Diz çökmeyecek milli tohumculuk sektörünün peşindeyim. Yeni dönemde yönetim olarak önceliğimiz milli tohumculuğu ayaklandırmak.
-İki yıl öncesine kadar tohumculuk sektörünü daha çok konuşuyorduk. Öyle ki; popülist söylemlere de malzeme oldu. Ancak son dönemde sektörün biraz geri planda kaldığını görüyoruz. O heyecan bitti mi? Sektörün önemini vurgulamak için nasıl bir politika izlenmeli?
Birincisi tarım politikalarını, siyasi politikalardan sâri tutmak gerekiyor. Hükümetlere göre dönemlere göre değişmemeli. Tarım, devletin ‘Kırmızı Kitabı’nda yer almalı. Politika bakanlara ve genel müdürlere göre değiştirilmemeli.
Gerçeği yansıtmayan söylemler var. Örneğin; GDO’lu tohum bu ülkede yok. Eğer varsa kaçakçılık yapılarak girmiştir. Eğer varsa suçluları cezalandıralım. Hibrit, GDO ile ilgisi olmayan bir kavramdır. Bütün televizyonlarda kim, ne olduğu belli olmayan birçok kişi bu konuda konuşuyor. Bu söylemler kime hizmet ediyor biliyor musunuz? Benim yerli tohum üreten üreticimi kötülemek kimin işine yarıyor? Emperyal güçlere…
Dolayısıyla siyasi arenada tarım politikalarını popülist söylemler ile süsleyip ortaya koyduğunuz zaman ana yoldan çıkmış, tali yollara girmiş olursunuz. Uzun vadede büyük sıkıntı yaratır. Tarımda ana yolumuzu değiştirmemiz gerekiyor.
Ayrıca unutulmaması gereken bir hususta tohumculukta 5 sene önceki durumda değiliz. Bir nebze olsun rahatladık. Bundan dolayı biraz gözden düşmüş olabiliriz. Ama hedeflerimize daha varamadık. Eskiden daha iyiyiz ama hedeften uzağız. Ülkemde yılda 2 milyon 850 bin ton tohum toprakla buluşuyor. Ben bunun tamamını her yıl sertifikalandırıp kontrollü üretim ile çiftçimin önüne serebildiğim gün hedeflediğim noktada olacağım.
-Şu anda bu rakam nedir?
Bir milyon 50 bin ton.
-Bu sektörden kaç kişi ekmek yiyor?
Üretici, işleme ambalaj, dağıtım, süs bitkisi, fide üreticisini dahil ettiğimizde 10 milyon kişi bu sektörden ekmek yiyor.
-Son dönemde yaşanan ekonomik krizin istihdama yansımasını nasıl oldu?
İşçi çıkarmak iyimser bir yaklaşım! Sektörde iş kapatma daha fazla oldu. Emek yoğun tarım yapıyoruz. Yatırımlar durdu. Ekip dikim azaldı.Çiftçi tarlaya girmedi. 2018 senesinde sektör yüzde 5 oranında bir büyüme gösterdi. 2018 yılında yatırımları bırakamazdık. 2019 yılında tablo daha net ortaya çıkacak. 2019, 2018’den daha zor olacak. Mevcudu koruyabilirsek muazzam başarı. Bugün burada meyve sebze fiyatlarındaki artışı hallere yüklemek doğru değil. Hallere gelen fiyat niye o kadar yüksek? Buna da bakmak lazım.
Dolayısıyla işi günü birlik değil sistematik olarak değerlendirmek lazım. Temmuz ayında domates 10 kuruşa düştüğünde devlet üreticiye gene sahip çıkacak mı? Bu fiyat çok düşük diyecek mi? Zannetmiyorum. Üretici her zaman ‘tü kaka’ oluyor. Ama unutulmamalı ki, üretici bize her zaman lazım. Üreticiyi kaybetmemek; tarlada bahçede tutmanın yollarını bulmak zorundayız.
-Finansmana erişim konusunda üreticiden ciddi şikâyetler alıyoruz. Bu konuda neden bir arpa boyu yol alınamıyor?
Bankalar kuruluş amaçlarından uzaklaşmaya başladı. Türk çiftçisini kim finanse edecek? Kredi kullanmaya kalktığında öyle teminat talepleri ile karşılaşılıyor ki, çiftçi kredi kullanmaktan vazgeçiyor. Ben üreticiyim, çiftçiyim en üretim yapmayı biliyorum.
Benim ürünüme kredi verilmiyor, bana ve tarlama kredi veriliyor. Bu fidan da süs bitkilerinde de durum böyle. 7 sekiz yıl bir ağaca bakmak zorundayız. Ama kredi prosesinde hiçbir değeri yok.
Türkiye’de tarım bankacılığı yapılmıyor. Türkiye’de sadece işletme bankacılığı yapılıyor. Tarım konusunda uzmanlaşan banka personeli yok. Neyi kredilendirilmesi gerektiğini bilmiyorlar. Tarım bankacılığı konusunda uzman altyapısı yok. Olsa ben bu sıkıntıyı niye çekeyim? Burada küçük işletmelere sahip çıkılmalı.
-Antalya’da modern seracılığın teşviki gündemde. Bu konu gene söylemde mi kalacak? Gerçeğe dönüşme imkânı nedir?
Modern seraların metrekaresi 50 dolar minimum maliyeti. 250 TL yani, 10 dekarda 25 milyon TL demektir. Bugün Türkiye’de 25 milyon TL yatırım yapabilecek kaç işletme var?
Hayal güzel, ama gerçekler farklı. Bunu ancak yabancı sermaye ortaklığı alarak yapabiliriz. Onlarda parayı koyduğunda sütün kaymağının peşinde olacak. İşin kaymağı yurt dışına gidecek.
-Bunun olması için ne yapılmalı?
Birincisi var olan gerçeğin net bir şekilde ortaya konulması gerekiyor. İkincisi, Türkiye’nin bu konuda kendisine 5-10-20 yıllık yol haritalarını çıkarması lazım. Üçüncüsü; var olan durum ile yol haritasının örtüşmesi için yapılması gereken önlemlerin kısa, orta ve uzun vadeli olarak hiçbir siyasi rejime bağlı olmaksızın ‘olmazsa olmaz’ diye yürütmesi gerekir. O zaman bu iş olur.
FİDANDA MUTLULUK, FİDEDE HÜSRAN
-Fidan, fide ve süs bitkilerinde nasıl bir tablo ile karşı karşıyayız?
Fide, tohuma bağlı. Tohum atılımı azalınca ekim azalınca fide üretimi de azalıyor. Fide taleplerinde de yüzde 20 oranında azalma ile karşı karşıyayız. Burada kritik nokta, belki üretici fidesini kendisi yapmak için de yol alabilir. Bunu 2019 sonunda görebileceğiz. Ama siparişlerde azalma var.
Fidan başarılı gidiyor. Tarım Bakanlığı bu konuda destekleri doğru uyguladı. Avrupa bu kan kaybediyor. Avrupa’nın üretim eksikliği bizim kucağımıza geldi. 2018 senesinde 30 milyon dolarlık fidan ihracatı yaptı. Türk cumhuriyetleri ve Avrupa’ya ciddi ihracat yaptık. Bu rakam 2017 yılında 13 milyon dolardı. Bakanlık düzgün bir destek politikası uyguladı ve insanlarda bunu doğru kullandı. Elma, ceviz, armut, asma, kayısı, kiraz, vişne fidanı ihracatını yaptık. Anaç fidan ihracatımız ise 2,5 milyon dolarda kaldı. Bu muazzam bir başarı idi.
SÜS BİTKİSİ ADINI DEĞİŞTİRMEK GEREKİYOR
-Peki, süs bitkilerinde durum nedir?
Süs bitkilerinde durum daha vahim durumda. Çünkü süs bitkilerinin en büyük alıcısı kamu. 2018 krizi belediyelerin peyzaj bütçelerinde tasarrufa gitmesine neden oldu. Bu nedenle kamu alımı da yüzde 70 azaldı. Bu sektörde yüzde 60’lık bir kayba sebebiyet verdi.
Gelen talebin yüzde 30 özel sektörden. Bunun da yüzde 25’i inşaat sektöründen geliyordu. İnşaat sektöründe yaşanan kriz ve bunalım bütçelerde tasarrufa beraberinde getirdi. 2019 yılında süs bitkileri sektörünün durumu zor.
Bu bizi ihracata kanalize etti. Canlı malzeme ve lojistik çok önemli… Ürünü 10 günden uzak bir yere nakledemem. Yakın coğrafya burada devreye giriyor. Avrupa pazarına ve Türk cumhuriyetlerine odaklanıyoruz. Petrol fiyatlarındaki düşüş Türk cumhuriyetlerindeki talebi azalttı o pazardan bu sene umutlu değiliz.
AVRUPA’NIN BAHÇELERİNİ TÜRK BİTKİLERİ SÜSLÜYOR
Avrupa’da süs bitkilerinde kan kaybı var. İki yıldır Avrupa’ya ihracat yapıyoruz. Biz orası için kaliteli ürün üretmeliyiz. Bunun içinde finansmana erişmemiz gerekiyor. Avrupa’ya ara mal satıyoruz. Nihai ürün satmıyoruz. Avrupa’nın bahçelerini Türk bitkileri süslüyor. 2 Euro’ya verdiğim ürünü, onlar benden alıp saksını ve gübresini değiştirip 2 yıl beklettikten sonra 20 Euro’ya satıyor. Çünkü bizim 2 yıl daha bakacak finansman gücümüz yok. Bizim en kısa zamanda satıp nakde dönmemiz gerekiyor. Banka kredilerini kapatmamız gerekiyor. Yetersiz olduğumuz nokta finansmandır.
İhracatta 2017 yılına göre 2018 yılında artış var. Eğer finansman olarak güçlenirsek, Avrupa pazarın tamamına hakim olabiliriz. Ancak ara üründen çıkıp nihai ürüne geçmemiz gerekiyor. Bu sektörün isminden kaynaklanan da bir talihsizliği var.
-Neden?
Süs bitkileri dediğimiz zaman ekstra gerekli değil anlamı oluşuyor. Ama bir taraftan da nefes alacak yer yok diyoruz. Ancak peyzaj burada çok önemli. Peyzaj kavramını ön plana çıkarmak gerekiyor. Bu algının değişmesi için çaba harcayacağız.
-Kullanılmayan orman arazilerin özel sektöre kiralanması var. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Burada tahsisler yapılırken küçük ölçekli işletmelerin şansı nedir?
Güzel bir gelişme. Bakanlık ile bunu konuştuk. Kümelenme modellerine öncelik verilmesini istedik. Büyük sermayeli değil küçük işletmelerinde korunmasını talep ettik. Sıcak baktılar. Konunun altyapısı hazırlanmış.
-Son olarak 2019’a yönelik öngörülerinizi alalım mı?
Türk tarımı siyasette konu olmamalıdır. Bizim kısa, orta ve uzun vadeli planlara ve bunların uygulanmasına ihtiyacımız var. Üretici desteklenmediği sürece, tarımsal gelişmemiz mümkün değil. İyi şeylerde yapılıyor ama yabancı güçlerin tarım konusunda bizim güçlenmemizi istemiyor. Tarımda güçlü olmamız kimseye diz çökmememiz demektir. İlmek ilmek bu konuda çalışmalıyız.
Tarım kesimi olarak devletten ayrı bir iş yapamayız. Burada temel unsur, devlet. Bundan sonra da devletimizi yanımızda görmek istiyoruz. Tarımın geleceği sübvansiyonlardır.
Temel sorunlarımız içinde GDO ve hibrit dedikodu ile uğraşmak istemiyoruz. Gündemimiz artık bu olmamalı. Herkes kendi işini yapsın. Bende o zaman beyin ameliyatının nasıl yapıldığını size anlatayım. Bana sadece tarımı sorun ve bildiğimi anlatayım. Hala gün içinde aldığımız soruların yüzde 90’ı hibrit tohum ile ilgili…
KUTU KUTU KUTU 1 (BURAYA AYRI RENK VER)
RAKAMLARLA SEKTÖR GERÇEĞİ
Genç bir sektör olarak bu konuda çok hızlı yol aldığımızı söyleyebilirim. Özellikle 1980’li yıllardan sonra, serbest piyasa koşullarında tohumculuk sektörünün oluşmaya başladığını belirmiştim. Bu yıllardan bugüne Türkiye’de önemli gelişmeler kaydedildi. 1985’te 3 olan tohumculuk sektöründeki firma sayısı, bugün itibariyle 850’nin üzerine çıktı. 291 firmamız AR-GE yapabiliyor. Fidan üreten firma sayımız 800’e, sebze fidesi üreten firma sayımız 150’ye yaklaştı. Yine süs bitkileri sektöründe 700’e yakın firmamız faaliyette. Sayıları 7000 bine yaklaşan bayimiz ürünlerimizi üreticimizle buluşturuyor. 38 bin profesyonel tohum yetiştiricimiz üretim yapıyor. Tabi bu sayılar üretim miktarlarımıza da yansıyor.
25 yıl önce sertifikalı tohum üretim miktarımız yüz bin tonun biraz üzerindeydi. 2002 yılında bu rakam 145.000 tondu. 2007 yılında 324.000 tona, 2017 sonu itibariyle de 1.049.000 tona çıktı. Hem çiftçinin kullandığı kaliteli sertifikalı tohum miktarı hem de bunun sonucunda birim alandan elde edilen verim arttı. Türkiye’de bitkisel üretimde, son 20-30 yılda sağlanan çok önemli artışların temel nedenlerinden biri tohumculuk sektöründeki bu gelişmelerdir.
Tabi ki sektörümüzdeki gelişmeleri açıklamak için sadece sertifikalı tohumdaki üretim artışlarını gündeme getirmek yetmeyecektir. Bugün Türkiye’de yılda 102 milyon meyve fidanı, 3.6 milyon asma fidanı, 4 milyar sebze fidesi, 132 milyon çilek fidesi, 1.6 milyar adet süs bitkisi üretiliyor. Bu üretim miktarları geçmişin hayali bile değildi.
Üretim miktarlarındaki bu olumlu gelişmeler ticarete de yansımış ve 2015 yılında 491,8, 2016 yılında 555,5 ve 2017 yılında ise 522,4 milyon dolarlık bir dış ticaret hacmi oluşmuştur. İthalat ile ihracat arasındaki denge hızla ihracat lehine gelişmeye başlamış ve 2015 yılında ihracatın ithalatı karşılama oranı ise %70 iken 2016 yılında %89, 2017 yılında ise %93 olmuştur. 2017 rakamlarına göre; ithal ettiğimiz tohumluk 40.000 ton, ihraç ettiğimiz tohumluk miktarı ise 44.000 ton. Dolayısıyla Türkiye hem ithal eden hem de bunun daha fazlasını ihraç eden bir tohumculuk sektörü yapısına kavuşmuştur.
Bugün itibarıyla dünya toplam tohumluk üretim değeri yaklaşık 50 milyar dolar olarak tahmin ediliyor. Bu değerlendirmede ilk sıralarda ABD (12 milyar $), Çin (10 milyar $), Fransa (2,8 milyar $), Brezilya (2,1 milyar $) ve Kanada (2 milyar $) yer almaktadır. Ülkemiz ise yaklaşık 1 milyar $ ile bu sıralamada 11. sırada.
Tohumculuk sektöründe Ar-Ge yatırımları son çok büyük önem arz ediyor. Hem bu alanda faaliyet gösteren özel şirketler, kuruluşlar hem de kamu açısından baktığınızda tohumculukta Ar-Ge yatırımlarımız ne düzeyde?
Tohumculuk sektörünün en önemli ihtiyacı, araştırma-geliştirme (AR-GE) çalışmalarının yeteri kadar ve sürekli yapılabilmesi ve üretilen bilgi ve teknolojinin sektör tarafından kullanılabilmesidir. Bu kapsamda en önemli konu ise bitki ıslahı çalışmaları, tohum bilimi ve tohum teknolojileri alanında yapılan araştırmalar ile çeşit geliştirme çalışmalarıdır. Bu anlamda ihtiyaç ise yüksek verimli, kaliteli, stres şartlarına, hastalık ve zararlılara dayanıklı, tüketim tercihlerine uygun çeşitlerdir.
Ancak bu çalışmalar önemli olduğu kadar da zor, büyük yatırım gerektiren ve uzun zaman alan faaliyetlerdir. Bu nedenle öncelikle çeşit geliştirme çalışmaları olmak üzere tohum bilimi ve tohum teknolojileri alanındaki AR-GE faaliyetleri desteklenmelidir. Tarımsal araştırmalar için gayri safi milli hasıladan ayırdığımız bütçe; henüz %1 oranına ulaştı. Gelişmiş ülkelerde ise bu oranlar, %3-4’lerde. AR-GE çalışmaları için yeterli kaynak ayıramıyoruz. AR-GE yapabilecek firma sayımız 291’e ulaştı ancak sermaye yapımız istediğimiz düzeyde değil. Küresel tohum pazarında ve sektörde iyi yerlere gelebilmek için AR-GE çalışmalarına daha çok yatırım yapmamız gerekiyor.