-Prof. Dr. Erol Tavmergen, Türkiye’de tüp bebek deyince ilk akla gelen isimlerden. Prof. Dr. Tavmergen, 30 yıl önce Türkiye’de ilk tüp bebek uygulamasını İzmir Ege Üniversitesi’nde yapan ekibin içinde yer aldı. Bugün birçok derneğin kurucu üyesi ve yönetiminde görev alan Prof. Dr. Tavmergen, Dünya Tüp Bebek Derneği’nin de yönetiminde Türkiye’yi temsil ediyor.
İzmir Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Ege Üniversitesi Aile Planlaması-İnfertilite Araştırma ve Uygulama Merkezi Koordinatörü Prof. Dr. Erol Tavmergen, tüp bebek-infertilite tedavisi konusunda merak ettiğimiz bütün soruları yanıtladı.
Okurlarımıza bir kere daha sizin bu alandaki tecrübelerinizi hatırlatarak başlayalım mı?
Tüp Bebek Uygulaması, 30 yıl önce Türkiye’de ilk kez Ege Üniversitesi’nde başlatıldı. Bu uygulamayı bizim hocamız Prof. Dr. Refik Çapanoğlu başkanlığında ben ve Ege Tavmergen Göker ile birlikte yaptık.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Tüp Bebek Laboratuvarı’nı biz kurmuştuk. Üreme Tıbbı ve Cerrahisi Derneği’nin kurucularındanım ve üçüncü dönem başkanıyım. Türk Jinekoloji Obstetrik Derneği İzmir Şube Başkanıyım. Türk Jinekoloji Obstetrik Derneği Yönetim Kurulu Üyesiyim. Akdeniz Ülkeleri Üreme Cemiyeti Yönetim Kurulu Üyesiyim. Bunun dışında yine Dünya Tüp Bebek Derneği Yönetim Kurulu Üyesiyim.
Tüp bebek nasıl bir tedavi şeklidir? Bilgi verir misiniz?
Tüp bebek tedavisi esasında bir zamanlar tüpleri tıkalı olan kadınlara düşünülmüş bir tedavi yöntemiydi. Bu yöntemin ana prensibi yumurta hücresini dışarıya almak, sperm hücresini yine elde edip dışarı koşullarda, yumurta ve spermin birleşmesini sağlamak. Bu klasik tüp bebek yönteminin ana prensibini oluşturmaktadır.
Tüp bebek tedavisi günümüzde her türlü tıbbi tedaviye rağmen gebe kalamayan çiftlere önerilen bir nihai tedavi halini almıştır. Tedavideki gelişmelerle, mikro enjeksiyonun gelişmesi ile bilhassa sperm sayısı, hareketlilik veya morfoloji bozukluğu yani şekil bozukluğu olanlarda erkekler için bir çığır açılmıştır. Hatta azospermi adı verdiğimiz, menisinde sperm olmayan ama testiste sperm hücresi üretimi olan olgularda testis biyopsisi ile sperm elde edip bunların kullanılabildiği mikro enjeksiyon yönteminin de katkısıyla tüp bebek tedavisi 1992 yılından bu yana artık neredeyse bütün kısırlık yani infertilite durumlarında, kullanılan nihai yöntemler grubudur.
Tüp bebek tedavisi için çiftler ne zaman başvurmalı?
Her şeyi iyi olan bir çift, yani bugüne kadar geçirilmiş bir ameliyat yoksa bilinen sperm azlığı, inmemiş testis, varikosel gibi sorunları yoksa, kadın yaşı 35’in altındaysa bir senelik bir beraberlikten çocuk olmuyorsa o zaman mutlaka bir hekime başvurmaları gerekir. Çiftin muayenesinden sonra yapılacak ön tetkikler bulunmaktadır. Tüp bebek tedavisi öncesi basamak basamak uygulanan araştırma ve tedavi yöntemleri; önce gerekirse yumurtlatma tedavileri, daha sonrasında daha ciddi yumurtlatma tedavisi, aşılama gibi yöntemler, gerekiyorsa endoskopik girişimler, yani tüplere yönelik, rahim içine yönelik uygulamalar yapılmaktadır. Tabi bu tetkikler sırasında ortaya çıkan problemler, ya da erkeğe verilecek bazı tedaviler, sperm azlığı, hareket problemi varsa ya da varikosel denilen bu varis genişlemesi vs. var ise buna yönelik bazı cerrahi girişimler de olabilir. Neticede bu tıbbi tedavilerden ve cerrahi girişimlerden yarar görememişse çift, en son olarak tüp bebek yöntemine geçilebilir.
Tüp bebek tedavisi öncesinde dikkat edilmesi gereken noktalar neler?
Tüp bebek uygulamasına karar verildiyse, ondan öncesinde tabii ki bir kere rahimle ilgili bir problemin olmadığını teyit etmek lazım. Anne adayının bir embriyonun rahim içerisinde rahat tutunabileceği rahim yapısına sahip olması lazım. Eşey hücrelerinin de kaliteli olması lazım. Eşey hücre kalitesini bozabilecek unsurlardan uzak durmak lazım. Bunların başında sigara geliyor. Çünkü sigara gerek spermin gerekse de yumurta hücresinin DNA bütünlüğünü bozabilir. Kadınlar diyelim ki günde 10-15 sigarayı uzun süredir içiyorsa yumurtalıktaki yumurta hücresinin bozulabileceği gibi yumurtalığın dolaşımı da bozulabiliyor. Yumurtalığın dolaşımı bozulduğu için de kadın, ortalama olması gereken yaştan 3-4 sene daha erken menopoza doğru gidiyor. Bunun önemi şu; Türkiye’de menopoz yaşı ortalama 47-48 civarında. Bundan yaklaşık 10 sene kadar önce kadınların yumurtlama fonksiyonlarında bozulmalar meydana geliyor. Gerek yumurta sayısında gerek yumurta kalitesinde bozulmalar çıkmaya başlıyor. Bunu 3-4 sene daha erkene alırsak, bu aşağı yukarı 35’li yaşlara inmeye başlıyor. Kafein de aynı şekilde gerek sperm gerek yumurta hücresi için DNA’da kırılmalara sebep olabiliyor. Dolayısıyla günde 3-4 bardaktan fazla kahve içilirse eşey hücrelerine zarar veriyor. O yüzden biz, bu tür uygulamaya girecek kişiler için sigara ve kahveden uzak durmasını, sigara içmese dahi sigara içilen ortamlarda bulunmamasını öneriyoruz, çünkü bu tür problemler gebe kalma başarısını yüzde 30-40 arasında azaltan faktörlerdir.
Peki, hangi yaşlarda tüp bebeğin başarı şansı düşer?
Klasik olarak doğurganlık için en uygun yaşlar 25-33 arasındaki dönem diyebiliriz. Ama 35 yaşından sonra yumurtalık rezervi ve kalitesi ile ilgili sorunlar arttığı için gebelik oranları düşmeye başlıyor ve bu bilhassa 38 yaşından sonra kendisini daha çok belli ediyor. 40 yaş üzerinde yumurta sayısı ve kromozomal yapısı ile ilgili sorunlar çıkmaya başladığı için gebe kalma başarısı giderek azalmaya başlıyor.
Tüp bebek tedavisi kaç kez denenebilir. Her uygulama arasında ne kadar süre beklemek uygundur?
Tüp bebek tedavisi esasında tek bir uygulamanın başarısı olarak değerlendirilmemeli, toplamda bakılmalı. Çiftler hiç olmazsa 4 uygulamayı göze almalı. 4 uygun uygulama yapıldığı takdirde toplamda gebe kalma başarısı yaklaşık olarak yüzde 70-75 civarında olabiliyor. Tabi ki bu oran özellikle 35 yaşa kadar olan vakalar için geçerli, 40 yaş üzerinde bu şans azalıyor. Tüp bebek uygulamasının kaç kere yapılabileceğine bakarsak; bir çiftin kaç uygulamayı göze aldığı, maddi-manevi imkânları ve bizim açımızdan da tıbben bir engel olmamasıyla ilintili olduğu için bu konuda bir limit söylenemez. 15’inci, 16’ıncı uygulamada da gebe kalabilmiş olan çiftler var, yeter ki yumurta hücresi elde edebilelim, kaliteli embriyo elde edebilelim.
Türkiye’yi tüp bebek tedavisinde Dünya ve Avrupa ile karşılaştırdığımızda ne konumda?
Türkiye’de bu uygulamalara dünyadan yaklaşık 10 sene geriden başlamıştık. Dünyada 1978 yılında ilk tüp bebek dünyaya gelmişti. Bizde de ilk uygulama 1988 yılında Ege Üniversitesi’nde tarafımızca Mayıs ayı itibari ile gerçekleştirilmişti. Büyük bir şans ile beşinci uygulamada bir canlı çocuk elde ettik. Yedinci uygulamada da ilk ikizleri elde ettik. Dünyanın o zamanki başarı yüzdelerine baktığımız zaman en iyi merkezlerde yüzde 15 civarında gebelik elde ediliyordu. Günümüzde ortalama embriyo başına yüzde 35 civarında bir yerleşme şansı elde edilebiliyor. İki embriyo yerleştirildiği takdirde, tabii Sağlık Bakanlığı’nın belli kriterleri ve bir embriyo transfer politikası var, bu şans yüzde 50-55’lere kadar çıkabiliyor. Ama dünyadaki başarı ile Türkiye’deki başarıyı tabii ki belli merkezleri kastederek söylüyorum dünya ile kıyasladığımızda en az dünyadaki başarılı merkezler kadar başarılı diyebiliriz.
Bunun yanı sıra şunu da söyleyebiliriz, Avrupa ve ABD’de ya da çeşitli dünya ülkelerinde yapılmayan bazı uygulamalar ülkemizde yapılabiliyor.
Bazı ülkelerde dini inançlar bakımından embriyoların dondurulması veya embriyolardan biyopsi alınıp genetik analiz yapılması yasaklanmış durumda. Ülkemizde bununla ilgili bir problem yok. Dolayısı ile kümülatif olarak da belli bir yaşın üzerindeki insanların daha kaliteli embriyo elde edilmesi bakımından da gerek dondurma sistemlerinin iyi kullanılıyor olması ve vitrifikasyon denilen yöntemin dünyaya paralel olarak iyi bir şekilde kullanılabilmesi, neticesinde gebe kalma başarısı ülkemizde oldukça yüksektir.
Aradaki on yılı kapattık ama araştırmalarımızda belki biraz eksiğimiz olabilir. O da dünyada birçok ülkede yapılan bir şey değildir. Esasında bu alt yapılar ülkemizde var ama dediğim gibi bazı teknik konular ya da kök hücre çalışmalarının ülkemizde yapılamaması gibi kısıtlamalar nedeniyle bu tür araştırmalarda eksik kalabiliyoruz. Bunlar hukuki ya da etik bir kısıtlamadır ama neticede insana uygulanabilecek olan yöntemlere baktığımız zaman, şu an kabul görmüş deneysel olmayan yöntemlerin hepsi ülkemizde uygulanabilmektedir.
Tedavi maliyetini dünya ve Avrupa ile karşılaştırdığımızda fiyat olarak düşük kaldığımızı görüyorum. Bu tespite katılıyor musunuz? Bununla ilgili olarak dünyadaki konumumuz nedir?
En azından gelişmiş Avrupa ülkeleri ya da ABD ile kıyaslayacak olursak, ülkemizdeki uygulamalar daha uygun fiyattadır. Hâlbuki kullandığımız cihazlar ve sarf malzemelerin hepsi yurt dışından elde ediliyor. Dolayısı ile buradaki çıktıların hepsi döviz bazında çıktı olmasına rağmen, emek bazında bakacak olursak Türkiye’de çok daha ucuz maliyet oluyor. Bundan 30 sene önce ilk başladığımızda çok daha pahalıydı. Dolar bazında iş yapan özel merkezler de vardı. Ülkemizde şu anda 150 civarında merkez var. Her merkez eşit sayıda vaka yapmıyor. Ülkemizde ayda 150 üzerinde vaka yapabilen bir kaç adet merkez var. Gerisi daha ziyade aylık olarak 100’ün altında, bazısı 50’nin altında uygulama yapan merkezler de var. 150 merkezin hepsi aynı vaka sayısını yapıyor diyemeyiz.
Türkiye’de ayda ne kadarlık bir tüp bebek uygulaması yapılıyor? 150 merkez sayısı Türkiye koşulları için küçük bir rakam değil mi? Burada sayıyı artırmak değil de mevcut olanların kapasitesi mi artırılmalı? Bu konuda nasıl bir denge olmalı?
Bununla ilgili simülasyonları dernekler olarak yapıyoruz. Sağlık Bakanlığı’nın bazı verilerini kullanıyoruz. Yaş, evli çift sayısı ve evli çiftlerin yaklaşık olarak yüzde 10-15’inin infertilite sorunu olduğunu biliyoruz. İnfertilite sorunu olanların hepsi tüp bebek gerektirmiyor, bunu da biliyoruz. Ülkemizde ortalama 1 milyon 200 bin çiftin tüp bebek yöntemi ile çocuk sahibi olması gerekebileceği gibi bir rakam ortaya çıkabilir. Sağlık Bakanlığı verilerine göre Türkiye’deki geçen sene 80 bin civarında tüp bebek uygulaması yapıldı. Fakat bu rakamla kıyasladığımız zaman, 1 milyon 200 bin çift. Tabi bir çifte bir defa uygulama yapılmıyor bir kaç defa uygulama yapılabiliyor, aynı sene içerisinde dahi bir kaç defa uygulama yapılabiliyor. Ancak bu çiftlerin hepsine de bir senede yapılacak diye bir şey yok. Bu sayıyı 5 seneye bölsek her sene üzerine ilaveler de olacak nüfus artışı ile. Kaba bir sonuç olarak yılda 80 bin değil de yılda minimum 200-250 bin civarında uygulama yapmamız beklenmeli. Fakat ekonomik ve sosyal koşullara bağlı olarak bu sayıya ulaşamıyoruz. Yapılan yatırımlar ve toplumdaki ihtiyaç göz önüne alındığında hükümet politikalarının yanı sıra sivil toplum kuruluşları ve hekimlerin bir araya gelerek bu sayıya ulaşmanın yollarını aramalıyız. Çünkü her ne kadar genç bir nüfusa sahip olduğumuzu söylesek de yapılan araştırmalar yeterli nüfus artış hızına sahip olmadığımızı ve dinamik toplum yapısını koruyabilmek için doğurganlığın teşvik edilmesi gerektiğini ortaya koyuyor.
Devlet bu konuda üç uygulamaya kadar ödeme yapıyor. Bu, bu rakamları tetikleyici olmaz mı? Yoksa çok fazla prosedür ve teknik ayrıntı ve talepte bulunarak bu uygulama ne kadar hayata geçebiliyor? Devletin bu konudaki politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim dernekler olarak bakanlıkla temaslarımız sürüyor. Önerilerimizi her sene rapor şeklinde de iletiyoruz. Sağlık Bakanlığı’nın bizimle ilgili birimi ile toplantılar da yapıyoruz. Devletin imkânları ile de kıyaslamak lazım. Çok şey isteyebiliriz ama ülkemizin bütçesine göre de düşünmemiz lazım. SGK, şu anda üç uygulamayı belli bir ilaç dozunu aşmamak kaydıyla ödüyor. Belli bir ilaç dozu aşıldığı takdirde o zaman hastanın bunun farkını cebinden ödemesi gerekiyor. Bu durum hastaları zorlayan bir şey. İkincisi Sağlık Bakanlığı’nın koyduğu bazı kriterler var. Belli yaş aralıklarında uygulama yapılabilir (23-39 yaşları arasında). Ülkemizde evlilik yaşı giderek gecikiyor. Öte yandan çiftler o safhaya gelinceye kadar bir kaç sene bekliyorlar, bu da bir zaman kaybı oluyor ve anne adayı 39 yaşı aşabiliyor. Ya da kadın 23 yaşından önce çocuk sahibi olmak istiyor ve tüp bebek dışında da uygulama şansı olmadığı halde yine onu beklemek zorunda kalıyor. Tüp bebek tedavisinin sosyal güvence kapsamında uygulanabilmesi için yaş dışında başka kriterler de var. Dolayısı ile bu tür kısıtlamalar devlet güvencesi kapsamındaki tüp bebek uygulama sayısını azaltabiliyor.
Bu durumda tüp bebek tedavisinin daha çok özel merkezlere dayalı olarak yürütüldüğünü ve mevcut koşullar devam ettiği sürece de böyle olacağını söylemek mümkün mü?
Doğru, çünkü istatistikler de bunu gösteriyor. Şu anda resmi merkez ağırlığı bütün bu merkez sayısı içerisinde yaklaşık olarak yüzde 35’i aşmıyor. Tüp bebek tedavisinin yüzde 65’i özel merkezlerde yapılmaktadır. İşin ilginç yanı merkez sayısı değil de merkezin yaptığı vaka sayısı da mühim. Resmi hastanelere baktığımız zaman az önce bahsettiğim gibi 200 üzeri vaka yapan merkez sayısı sadece Ege Üniversitesi. İlk tüp bebek merkezi olsa dahi, bu durum, oradaki faaliyetleri insanüstü bir gayret ile sürdürme çabasından kaynaklanıyor. Vaka sayısına bakarsak yüzde 35-65 oranının vaka sayısına bu şekilde de yansımadığını daha fazla vakanın da özel sektörde yapıldığını görebiliriz. Özel merkezlerin bir kısmı SGK anlaşmalı. Onlar da SGK’dan kısmen de olsa yararlanabiliyorlar. Özel merkezlerde SGK olsa dahi fark ücretleri alındığı için tedaviler, bir resmi hastanedeki ücret ile kıyaslanacak gibi değil, daha pahalıya mal oluyor.
Kadınlar çalışıp önce kariyer yapmak istiyor, bunu yaparken de annelik şansını her geçen gün daha da kaybettiği bir dönem yaşıyoruz. Mesleki açıdan baktığımızda kadınlar açısından daha riskli meslekler var mı?
Burada yaşam alışkanlıkları da önemli, sigara, fast food, aşırı kafein tüketimi, kilolu olmak bunlar bir anlamda gebe kalmayı zorlaştıran ama düzeltilebilecek faktörler. Ama bunun yanı sıra mesleki faktörlerden kimyasallar ile fazla muhatap olan tüm meslek gruplarını sayabiliriz. Bu kadın ya da erkek için geçerli. Tam ispat edilemese de telekomünikasyon sektörü içerisinde fazla çalışanlar, radyo frekans dalgalarına daha fazla maruz kalanlar ya da tıbbi olarak radyasyona maruz kalanlar, anestezik gazlar ile daha çok uğraşan meslek grupları, hostesler (basınç farklarından dolayı), aşırı stresli meslekler de buna dahil. Bazen stres ölçülü olduğu sürece nispeten iyidir ama aşırı stres de vücudu çok yıpratan bir şey oluyor baş edemeyenler için.
Bunların dışında tiroit ve şeker hastaları gibi endokrin hastalığı olan anne adaylarının bir an önce gebe kalmalarını öneriyoruz. Çikolata kisti gibi ilerleyici hastalığı olanlar ile batın içi (karın içi) ameliyatlar, kanser hastalığı geçirmiş hastalar, ailesinde erken menopoza girmiş olan (anne, teyze, kardeş, abla gibi) varsa bu hanımların çok dikkatli olması lazım.
Kanser tedavisi olacak hastalar ile yumurtalıklarını kaybetme riski içeren operasyona girecek olanlar ile ailesinde erken menopoz hikâyesi bulunan ya da kendisinin yumurtalık rezervi kötüye gitmekte olanlar, eşey hücrelerini dondurabilirler. Önemli olan yumurtalık rezervi bozulduktan sonra değil bozulmadan önce yumurtayı dondurabilmek. Üremenin korunması planlanıyorsa eşey hücrelerinin kalitesi iyi olduğu zamanlarda dondurmak lazım. En az 15 adet yumurta dondurmak lazım. Yumurtalık rezervi bozulmuş olanların şansı düşük oluyor. Yaşı ileri olan bir kadın yumurtalarını dondurduğu zaman, yumurtaların kromozomal problemleri yüzünden elde edeceğimiz embriyonun kalitesi de daha düşük oluyor. Rahim iç tabakasına tutunma şansı azalıyor. Sosyal amaçlı olan olgular bir kısıtlamaya tabi kalmadan eşey hücre dondurmasına izin verilmeli.
Öncelikle bir yıl düzenli olarak bir cinsel beraberlik, sonrasında kademeli olarak, en son tüp bebek uygulaması… Ancak sektörde bazı ihlallerle de karşılaşıyoruz. Bazen 30 yaşında normal koşullarda hamile kalabilecek ya da ilk aşamadaki uygulama ile hamile kalacak çiftlere bile tüp bebek uygulaması yapılıyor. Bunun sektöre verdiği zarar nedir? Bir çift geldiğinde nelere dikkat etmeli? Bu konuda verebileceğiniz bir mesaj olacak mı?
Çift en başta bilgilendirilmeli. Dünyada da bu tartışılan bir konu. Bazı tedavi kademeleri zaman kaybı mıdır yoksa direkt yardımcı üreme teknikleri uygulanması o çift için çocuğa sahip olma zamanını ve harcanacak olan kaynağı daha optimal kullanmayı sağlar mı gibi çalışmalar yapılıyor. Bunlar belli vaka grupları için tartışılabilir. Son derece genç yaştaki bir olgu için hiç bir tetkik yapılmadan direkt tüp bebek uygulamasına gitmek gerekmediği halde bu tür bir tedaviyi uygulamak anlamlı bir şey değil. Çünkü tüp bebek tedavisinin de kendine göre komplikasyonları olabilir. Dolayısıyla önce elimizde doğala yakın ne varsa onu yapmamız lazım. 20 yaşında bir hanım gelebilir. 20 yaşında çocuk sahibi olmak istiyor ancak eşinde sperm yok ancak testisten elde edilebilecek şekilde var. O zaman konvansiyonel yöntemlerle tedavi edilme şansı yok. Ya da yine 23-25 yaşında bir hanım gelebilir, yumurtalık rezervi ileri derecede kısıtlanmıştır. Bunun da yine 3-5 yıl konvansiyonel yöntemlerle tedavi edilmesi artık onun menopoza girme riskini ileri derecede artırabileceği için ona da bir an önce tüp bebek yapılması gerekebilir. Ya da tüpleri kapalıdır, tedavi edilme şansı cerrahi olarak yoktur ona da yine tüp bebek gerekebilir, bunları hariç tutuyorum. Her şey normal olan bir çift yapılacak tetkiklerin sonuçlarına göre hareket etmelidir.
Dünya Tüp Bebek Derneği’nin de yönetim kurulunda yer alıyorsunuz, Türkiye’yi dünya ile karşılaştırdığınızda akademik çalışmalarda biraz geriyiz dediniz. Bunun dışında Türkiye olarak hangi konulara ağırlık vermemiz gerekiyor? Bizim daha fazla öne çıkmamız için başka neler yapmamız gerekiyor?
Türkiye tüp bebek literatürüne çok katkıda bulunan ender ülkelerden bir tanesi. Öyle baktığımız zaman yayın çıkartma ve neticede atıf alma bakımından ülke gerçekten çok iyi bir kaynağa sahip. Bu da bizi zaten dünya kongrelerinde söz sahibi yapıyor.
Yaptığımız çalışmalar ciddiye alınıyor. Meslektaşlarımız ciddiye alınıyor ve çeşitli kongrelere konuşmacı olarak davet ediliyor. Ama bazı kök hücre çalışmaları gibi şu anda daha ülkemiz için etik bulunmayan veya buna benzer bazı çalışmalar deneysel olarak bilinen dünyada da deneysel olarak kabul edilen bazı çalışmaları ülkemizde yapmak çok kolay olmuyor. Onun dışında ilaç araştırmalarından örnek olarak daha çok pay alabiliriz. Sadece üreme açısından konuşmuyorum, bütün tıp sektöründen bahsediyorum. Daha çok pay alarak ülkemiz için bu daha çok girdi de sağlayabiliriz. Bilimsel girdinin yanı sıra maddi girdi de sağlayabilir.
Özelde Türk vatandaşlarının, Türk cumhuriyetlerinde olan insanların İran’dan buraya sağlık turizmi kapsamında tüp bebek uygulaması için geldiğini görüyoruz. Bu alandaki eksiklerimiz neler? Bu konuda Türkiye’nin bir üs olabilmesi için yapılması gerekenler sizce nelerdir?
Türkiye’nin daha iyi tanıtılması lazım, Türkiye’de yapılan işlerin dünyada daha iyi anlatılması lazım. Bilimsel arenada değil sadece. Şu ana kadar bilimsel arenada ne yapabiliriz bunu konuşuyorum, ama bu bir pazarlama faaliyeti halini alıyor bunu sorduğumuz zaman. Buna cevap verecek olduğumuz takdirde: bunun bir kaç ayağı var. Birincisi bu hastaların o ülkelerde tespit edilmesini sağlayacak yerel bir organizasyon, ikincisi bunun bir turizm ayağı var, sağlık turizmi ki Sağlık Bakanlığı aslında buna çok açık. Sağlık turizminin gerçekleşmesi için gayret de sarf ediliyor. Çeşitli başka disiplinlerde, plastik cerrahi vs. gibi bu sağlanıyor. Ülkemize baktığımız zaman, bazen Ortadoğu’dan, bazen Rusya’dan bazen Avrupa ülkelerinde bilhassa buralarda yaşayan Türklerden, ABD’den, Kuzey Afrika ülkelerinden de zaman zaman hastalar geliyor.
Oradaki yerel organizasyon ile buradaki organizasyonun bağlantılı olması gerekiyor. Neticede her şeyin ülkemizde yapılması aylarca Türkiye’de kalmayı da gerektirebilir, bu mümkün değil. Dolayısıyla burada yapılacak şey son tedavi olmalı. Ondan önceki uygulamalar, tetkikler mahallinde yapılabilmeli. O zaman o iki grup arasında bir bağlantı sağlamak lazım. Bu da biz hekimlerin dışında kalıyor, bu başka bir organizasyon.
İzmir’in buradaki gücünü avantajını nasıl yorumlarsınız? Bu konuda bir üs olabilir miyiz? Siz sektörün duayeni olarak buradasınız. Bir İstanbul olmamızı beklemem ama İstanbul’dan sonra ikinci bir üs olabilecek potansiyele sahip miyiz?
İstanbul gibi olamamak lafı beni üzüyor. Çünkü senelerdir bizle ilgili sanayide genel müdürlüklere söylediğim şey şu; Neden genel müdürlüğünüzü İzmir’e taşımıyorsunuz? Bununla ilgili altyapı, gümrük, hava meydanı var ve şu anda İzmir’e çeşitli dünya ülkelerinden de uçuşlar var. İzmir’den de çeşitli dünya şehirlerine de direkt uçuşlar var. Bütün bu firmaların bölge müdürlükleri var. Bu bölge müdürlükleri zaten kalacak. Ama İzmir’de birçok maliyet çok daha ucuz, zaman daha verimli kullanılabilir, iş gücü daha ucuz, kiralar daha ucuz. Dolayısıyla bir genel merkezin burada çok daha uygun fiyata bütün bu operasyonu sürdürme şansı var.
Hastalara gelince, hastaların İzmir’e getirilme şansı çok daha arttı bana göre. İzmir’e direk uçuşlar var. Bize Ege Bölgesi’nden gelen hasta sayısı yüzde 55-60 civarında ama geri kalanları Türkiye’nin her yerinden geliyor. İzmir bu bakımdan şanssız değil, yeter ki İzmir’in tanıtımı yapılabilsin, buradaki teknik imkânlar herhangi bir başka şehirden daha aşağıda değil.
Zaten Türkiye’de bütün bunlar böyleyken 1988 yılında tüp bebek tedavisi ilk defa İzmir’de gerçekleştirildi.
KUTU KUTU KUTU KUTU
30 yılı geride bıraktınız. Bugün ne hayal ediyorsunuz? Tüp bebek konusunda şunları hayal ediyorum dediğiniz başlıklarınız neler?
Tıp teknolojisi gerçekten çok ilerledi. O zamanlar hayal gibi görünen pek çok şey yapılabiliyor. Yüksek teknolojiler kullanılarak dondurmada çok yüksek başarılar elde ediliyor. Bu işe ilk başladığımızda mikro enjeksiyon diye bir şey yoktu. Sperm sayısı düşük olanlara yapabileceğimiz bir şey yoktu. Şu anda neredeyse testisten tek tük sperm bulsak dahi bir şeyler yapabilir konuma geldik.
Genetik tetkikler yoktu, embriyodan inceleme mümkün değildi, şu anda 46 kromozomun incelenebildiği, tek gen hastalıklarının saptanabildiği çok daha iyi noktalara geldik. Gebe kalma başarısında mümkün olan bir zirveye ulaşıldı ancak hala çözülemeyen bazı sorunlar var, niye dıştan çok iyi görünen rahim iç tabakası ve çok güzel bir embriyo hala yüzde 100 gebelik oluşturamıyor. Gebelik oranları günümüzde bir yere kadar geldi ve bu noktada 6-7 yıldır sabit gidiyor. Bütün gayretlere rağmen bir embriyonun yerleşme şansı belli bir yüzdede bir süredir. Ne yaparsak yapalım kümülatifte artırabiliyoruz ama uygulama başına gelince gebe kalma şansını çok çok artıramıyoruz. Burada artık moleküler bazlı şeylere bakmak lazım, rahim iç tabakası ile ilgili şeyler olabilir, embriyonun, yumurtanın, spermin moleküler yapısı ile ilgili olabilir. Hücrelerin enerji santralı olan, mitokondrileri ile ilgili olabilir. Bunların üzerine de çalışmalar yapılıyor zaten ama keşke biz de dünya çapında bir araştırma merkezini hayata geçirebilsek. Bu anlamda bir şeyler yapabilsek ve insanlığa daha faydalı olabilsek. Şu anda yine çok faydalarımız dokunuyor Türk hekimleri olarak, ama hala karanlık kalan bazı yerler var. Şu anda bir yere kadar geldik, bazı sorunları aştık ancak, belli noktalarda hala tıkanık durumdayız. Çok genç yaşta maalesef erken menopoza giren hanımlar var. Görünüşte bir şey yok gibi duruyor. Buna bir çare bulmalıyız. Mesele sadece çocuk olma meselesi değil ki. Bu durumdaki hanımların bütün hayatı hormonal durumları, sosyal yaşamlar, ruhi durumları da etkileniyor. Yaşam kalitesi etkileniyor. Bunlara bir çare bulabilsek…
Genlerin belki embriyonik hayatta enjeksiyonuyla bir çok hastalık kanser de dahil olmak üzere belki bertaraf edilecek. Bu tür şeyler belki de zannettiğimizden çok daha kısa süre içerisinde, ülkemizin de tedavi edilebilecek. İşte bu tür araştırma ve yenilikçi tedavilerin içerisinde ülke olarak olmamızı isterim.